Salı, Haziran 15, 2010

Global Metal


Kanada'lı bi antropolog olan Sam Dunn, 2005 yılında uzmanlık alanı ile metal tutkusunu birleştirerek “heavy metal”i bir kültür olarak ele aldığı “Metal: A Headbanger's Journey” isimli belgesele imza atmıştı. 2006 yılı İstanbul Film Festivali kapsamında bizim de izleme imkanı bulduğumuz bu şahane belgesel, metal müziğe dair birçok tartışmalı veyahut yanlış anlaşılmış noktayı konu edinmesi yönüyle sadece bizim gibi bu müziğe meftun kimselere hitap etmekle kalmıyor, olaya fransız olan şahısları da bilgilendirecek mahiyette bi içerik sunuyordu. Ronnie James Dio, Tony Iommi, Bruce Dickinson, Tom Morello, James Shaffer, Corey Taylor, Rob Zombie ve daha birçok baba ismin görüşleriyle yer aldığı belgesel, metal müziğin köklerini, hayran kitlesiyle vesilesiyle oluşmuş bu kültürü ve şarkılarda yer alan satanizm, vahşet, ölüm, cinsellik gibi temalar üzerinden oluşmuş tartışmaları konu ediniyordu. Bu noktada benim en ilgimi çeken bölüm metal müziğin satanizm ve din ile ilişkisinin irdelendiği kısım olmuştu. Zira ülkemizde de 90’larda yaşanmış vahim bi hadise vesilesiyle çoğunlukla satanizmle özdeşleştirilen metalin bu olguya ve dine bakışının şarkılardan ziyade o şarkılara hayat veren müzisyenler vasıtasıyla irdelenmesi olaya bambaşka bir perspektif kazandırmıştı. Katolik olduğunu öğrendiğimiz Slayer vokalisti Tom Araya’nın nasıl “God hates us all” gibi bi söz yazabildiği sorulduğunda “it was fucking cool” diye cevap verdiği gibi birçok müzisyen, metal müziğin kanında olan “akıntının aksi yönünde hareket etme” dürtüsüyle bu tarz temalara şarkılarında yer veriyorlardı, İblis’in dünya yüzüne çıkmasını istediklerinden değil. İskandinav black metal grupları hariç tabi, o adamlar kilise kundaklamaktan tut adam öldürmeye kadar gayet ihlaslı bir biçimde satanizm ve anti-hristiyanlık faaliyetlerine bilfiil devam etmekteler…


“Metal: A Headbanger's Journey”in bi çeşit devamı niteliğindeki “Global Metal”, ilk filmde Avrupa ve ABD kapsamında ele alınan metalin gezegenin geri kalan kısmında nasıl bir etki oluşturduğunu irdeleme niyetiyle yola çıkıyor. Sam Dunn’ın belgeselde belirttiğine göre onu böyle bi çalışma yapmaya iten etken, ilk filmine yönelik dünyanın farklı farklı birçok noktasından gelen reaksiyonlar olmuş. Bu çerçevede uğranılan duraklar Brezilya, Japonya, Hindistan, Çin, Endonezya ve Dubai. Çok radikal bi rota olduğu iddia edilemese de genel bi fikir vermesi kabilinden yeterli olduğu söylenebilir zira araplardan tutun hindulara kadar birçok millet kendilerine yer buluyorlar. Ben özellikle Dubai’li iki müzisyenle yapılan röportajı izlerken çok eğlendim. İsrail bölümü ister istemez biraz spekülatif kalıyor. Olayın Filistin kısmına hiç dalınmaması sebebiyle mevzu antisemitizm ve intihar bombaları çerçevesinde dönüp duruyor, haliyle tek yönlü bi tablo ortaya çıkıyor. Gerçi Endonezyalı antisionist gruplara söz verilmesiyle bu durumun nispeten dengelendiği iddia edilebilir. Film boyunca gidilen ülkenin müzisyenlerinin ve dinleyicilerin yanısıra gene ünlü isimler de görüşlerini aktarıyorlar; Bruce Dickinson, Adrian Smith, Tom Araya, Marty Friedman, Max Cavalera ve Lars Ulrich gibi. Belgeselin ulaştığı en özgün sonuç filmde Dunn’ın kendisinin de ifade ettiği üzere “dünya üzerindeki birçok metalcinin bu müziği sadece batıdan ithal bir ürün gibi ele almayıp onu dönüştürmeleri ve kendi toplumlarındaki yozlaşmışlıkları, sorunları metal vasıtasıyla dışa vurabilmeleri”. Bu çerçevede öncülü kadar ilgi çekici olduğunu iddia edemesek de önemli, zaten seyrek olan örnekleri içinde rahatlıkla öne çıkan, metalcilerin kesinlikle kaçırmaması gereken bi yapım “Global Metal”.