Pazartesi, Mart 07, 2022

Fresh


Feci halde yalnızlıktan muzdarip Noa (Daisy Edgar-Jones) karşısına devamlı kazma herifler çıkıp durmasından bezmişken karşısına hem eli yüzü düzgün, hemi sempatik, hemi de iş güç sahibi Steve (Sebastian Stan) ile karşılaşınca neye uğradığını bilemez, üç günde tutulur elemana. Hatta beyni o denli donmuştur ki daha yeni tanıdığı adamla haftasonu tatiline gitmeyi bile kabul eder, en yakın arkadaşının uyarılarına kulak asmaksızın. Tatil vakti gelip çattığında herifin gerçek olamayacak kadar kurgu bir karakter olduğunu acı bir şekilde öğrenir Noa; Steve yakaladığı kadınların etlerini parça parça kesip zengin müşterilerine satan bir cerrah/aşçıdır, satmakla kalmaz sadece, kendisi de meftunudur kadavranın, özene bezene pişirir pişirir yer. Ne hikmetse müşterileri en çok kadın etine düşkündür, o yüzden kurbanları da hep kadındır. Noa çok geçmeden vücudunun bir yerlerini feda etmeden buradan kurtulmanın mümkün olmadığını da anlar, bura denilen yerde yegane damızlığın kendisi olmadığını da.


Janr filmi olarak tasarlanıp belli mevzularda alttan alta bir iki kelam etmeye yeltenen filmlerden "Fresh" ve bunlardan birini diğerine göre daha iyi yapıyor ki o da göreceli olarak, söylenen şeyi bir izleyici olarak sizin ne kadar dinlemeye değer bulacağınıza göre değişir çünkü. Zaten lafını çok ince bir şekilde söylemek gibi bir derdi de yok;kadın etinin bir erkek tarafından kesilip başka erkeklere satıldığı bir hikaye neticede bu. Erkekleri gömerken kadınlar da es geçilmemiş gerçi; yalnız kalmak korkusuna olmadık elemanla yüzgöz olan, eli yüzü birine denk gelir gelmez de mala bağlayan Noa olsun; kocası ve çocuklarının babası olan Steve'in yediği herzeleri bilmekle kalmayıp yardım yataklık yapmaktan geri durmayan, Steve'in eski bir kurbanı olduğunu prostetik bacağından idrak ettiğimiz karısı Ann (Charlotte Le Bon) olsun, hemcinslerine de sağlı sollu giydiriyor film ekibi. Woke-feminist bir filme yakışır bir şekilde en aklı başında karakter olarak beliren, hemi zenci hemi de lezbiyen Mollie bile kendine fazla güveneyim derken Steve'e paçasını kaptıracak kadar salaklaşan bir tip burada. Ben en azından bu yönünü özgün buldum.


İşin janr kısmına geldiğimizde elimizde çok da ele avuca gelir birşey yok ne yazık ki. Çıkış noktası yamyamlık üzerine kurulu, derdi de olan bir hikaye anlatmak niyetiyle yola çıkıyorsanız elinizi korkak alıştırmayıp arada bir iki mide kaldırmayı göze alabiliyor olmanız lazım. İçeriğine kıyasla son derece +13 bir film "Fresh" ve bu durum bu içerikle uyuşmuyor hiç. Yani bir "Society" çılgınlığı görmeyi de ummuyor kimse ama gene de ait olduğu janra dair beklentileri karşılama yönünde biraz gayret gösterilse iyiymiş. Bu çekingenlik filmin feminist cakasını da bozuyor ister istemez, söylemek istediklerini makul miktarda bir kan ve vahşet ambalajjıyla seyirciye sunsaymış seyircinin beynine de mesajını çiviyle çakma şansını yakalayabilirmiş aslında yönetmen. İmtina edilmiş, kaybedilmiş. Film bittikten sonra ara sahnede bunlar aslında satanistti demek filminizi korku filmi yapmaya yetmiyor ki son derece gereksiz bir ekleme olduğu kanaatindeyim. Şık da bir oyuncu kadrosu var halbuki, Edgar-Jones, Stan ve Le Bon bir kan banyosunun ortasında oluşturacakları tezatın göze batmamasının imkansız olduğu güzellikte oyuncular, değerlendirilebilirmiş en azamisinden. Neticede kaçırılmış bir fırsat, beklentileri -varsa şayet- çok da karşılayamayan bir çalışma.