Pazar, Mayıs 02, 2010

New wave of French horror

"Fransız yeni korku dalgası" olarak olarak Türkçe'ye çevrilebilecek, son dönemde korku türüne tazelik getiren en önemli hareket. 2000'lerin başlarında J-Horror'ın (Japon korku filmleri) tür için gördüğü işlevi, son yıllarda bu akım ifa etmekte. Gene son 10 yıl içinde fransız sinemasında peyda olan, hiç bir tabu kaygısına düşmeksizin her tür seks ve şiddet içerikli hikayeyi en çiğ haliyle filme alma eğiliminin (örneğin "Irreversible", "Trouble Every Day", "Intimacy", "Baise-moi") korku sinemasına izdüşümü olan bu alt tür, şimdiye kadar iki elin parmağından az sayıda ürün vermiş olmasına rağmen janrın tüm dünyadaki hayranlarını heyecanlandıran örnekler çıkardı bünyesinden. Aslında bu filmlerin kökleri, iki dünya savaşı arası dönemde Fransa'da çok popüler olan, sapkın korku öykülerini grafik şiddetle harmanlayan Grand Guignol tiyatrosuna dayandırılabilir. Zaman içinde kült statüsü kazanmış "Eyes Without a Face" yada Jean Rollin filmleri gibi örnekler çıkarmaktan da geri durmayan Fransız korku sineması asıl tarzını geride bıraktığımız on yılın başlarında oturtmaya başladı. Daha belirgin olarak ifade etmek gerekirse "High Tension" ile...Bu film ve ardıllarının şekillendirdiği bu sinema, ortalama izleyicilerin seyir standartlarına çok uzak seyreden hasletleri sebebiyle haksız bir biçimde işkence pornosu ve istismar sinemasıyla özdeşleştirildi. İşkence pornosu denilen tür, "Testere" serisi ve "Hostel" gibi örneklerle Hollywood'da kendini kabul ettiren, uzakdoğu sinemasında ise uzunca bir süredir varlığını sürdüren, çoğunlukla filmde bir hikayenin varolması gerekliliğini ikinci plana atıp, tümüyle şiddet eylemlerinin tasvirine odaklanan bir tür (özellikle çekik gözlü sinemacılardan çıkan örneklerin bi kısmı, film demeye şahit isteyen, bir işkence seansının kayda alınmasından ibaret iğrençlik abideleri). Fransız korkusu ise içeriğinde bulunan vahşeti bi amaç deil, hikayesini seyirciye en yoğun ve tesirli biçimde aktarma yolunda bi araç olarak kullanıyor, bunu yaparken de hikaye, atmosfer oluşturma vs. sinemasal kaygıları gözetmeyi de beceriyor. Bu filmlere istismar sineması örneği demek de büyük bir haksızlık zira istirmar filmi dediğiniz şey bütünüyle seyircinin vahşet veya cinsellik gibi temel güdülerine doyurmaya yönelik yapılan filmdir; "My Bloody Valentine 3D" veyahut "Hostel" istismar filmidir mesela. Ama Fransız korku filmleri bu filmlerden tümüyle farklı bir şekilde, "sinema yapma" kaygısıyla ortaya çıkmış yapımlar. Zaten korku türünün temelleri üzerine kafa yorulduğunda bu yapıtların kıymeti daha bir anlaşılıyor zira korku filminin ingilizce karşılığı "horror". Yani bizim Türkçede anlaşıldığı üzere her adımda bir korkutan değil, seyirciye dehşet ve tedirginlik üzerine kurulu bi atmosfere sahip hikayeler anlatan film demek ki Fransız Yeni Korku Dalgasının en temel meziyeti de bu zaten; boğuculuğu, rahatsız ediciliği, seyirciyi bunaltması.


Haute Tension (2003): Alexandre Aja yönetimindeki, türün işaret fişeğini yakan film. Esas kızımız Marie, haftasonu için üniversiteden arkadaşı Alexa'nın ailesine misafir oluyor. Gittikleri ev, kasaba,kent vs. toplu yerleşim yerlerine uzak, kırsalda bi yer,(haliyle)...Vardıklarının akşamı çıkagelen kamyonetli bi adam, ev ahalisini tek tek katlediyor ve Alexa'yı da kamyonete atıp götürüyor. Adama görünmeden canını kurtarmayı beceren Marie de arkadaşını kurtarmak için adamın peşine düşüyor. Ondan sonrası finale doğru düğümü çözülen kanlı bi kovalamaca. "High Tension"ın ne derece farklı bi yapıt olduğu, katille tanıştığımız ilk sahneden anlaşılıyor zira bu sahnede adamın kesik bi kadın başına oral seks yaptırdığına şahit oluyoruz. Aile üyelerinin öldürüldüğü sahneler de çok rahatsız edici olmamakla beraber gayet kanlı biçimde sunuluyorlar. Filmin temel olayı zaten, kimselerin olmadığı ücra bi mekan; nerden çıktığı, kim olduğu belirsiz, acımasız ve vahşi bi sapık gibi klasik öğeleri kana bulanmış bi hikaye çerçevesinde kullanması. Başkarakterinin bastırılımış lezbiyenliği üzerinden homofobik bi yapıya da bürünen "High Tension", elde ettiği başarıyla kendinden sonrakiler için güvenli bi kulvar açmakla kalmadı, korku sinemasında da bir yapı taşı olarak kabul gördü. Ne yazık ki bu denli çaplı bi başlangıcın ardından haliyle Hollywood'un radarına yakalanan yönetmen Alexandre Aja, yeniden çevrimlerin insanı oldu çıktı (sırasıyla "The Hills Have Eyes", "Mirrors" ve bu yıl içinde gösterime girecek olan "Piranha"). Gerçi yaptığı filmler benzerlerinin içinden sıyrılmayı beceren, görece başarılı yapımlardı, özellikle "The Hills Have Eyes". Ama gene de özgün işler yapmak dururken böyle remake üstüne remake yapmakla vaktini harcaması anlaşılır bir şey değil...


Ils/Them (2006): David Moreau ve Xavier Palud'un müşterek yönetiminde çekilen film, bu yazıda anılan benzerlerinden farklı olarak çok kanlı bi yapım değil, daha ziyade seyirciyi içine soktuğu atmosfer ve finali itibariyle etkileyici olmayı başaran bi film. Gene şehir dışındaki bi evde dinlenmeye çekilmiş bi çiftin evlerine, ne idüğü belirsiz bi grubun girmesi ve canlarına kast etmesi konu edilen. Birbirleriyle vakit geçirmek dışında bi niyetleri olmayan kendi halinde sıradan bir çiftin, bi insan için en güvenli yer, bir sığınak olan kendi evlerinde amaçsız ve manasız bir şekilde terörize edilmeleri filmin vurucu noktası ki bu fransız korkusunun en temel özelliklerinden biri; manasız şiddet ve kişisel alanın en vahşi biçimde ihlali. "Ils"in asıl bombası ise finale doğru açığa çıkıyor ve mağdurların maruz kaldıkları şiddetin rahatsız ediciliği daha da bir katmerleniyor. Senaryoyu da beraber yazan yönetmen ikilisi, daha sonra Jessica Alba'nın başrolünde olduğu, Pang kardeşlerin filmi "The Eye"ın yeniden çevrimine imza attılar, birçok yeniden çevrimde olduğu gibi eleştirmenlerce yerden yere vurulan bu film gişede de bekleneni veremedi.


Sheitan (2006): Fransız aktör Vincent Cassel'in yapımcılığını üstlenmekle kalmayıp rol de aldığı, Kim Chapiron yönetiminde çekilmiş film, gece klübünde eğlenen bi grup arkadaşın o gece tanıştıkları bir kız tarafından şehir dışındaki aile çiftliğine davet edilmeleriyle başlıyor. Çiftlik ahalisi de zaten Allah'lık, yaptıkları spastikliklerin ardı arkası kesilmiyor. İşin içinde bi pislik olduğu aslında en başında kızdan belli ya, gruptaki elemanların beyinleri fermuar seviyesinde gezindiği için geç uyanıyorlar, sonunda da iş işten geçmiş oluyor zaten. Bu yazı çerçevesinde ele alınan yapıtlar içinde en kötüsü olma özelliğine sahip olan "Sheitan", görüntülediği şeyler kadar görüntüleme üslubuyla da son derece çiğ bir sinema anlayışına sahip. "Onları affetme Tanrım, onlar ne yaptıklarının farkındalar" gibi şık bi lafla açılan filme dini bi altyapı yerleştirilmeye çalışılmış, gruptaki gençlerden ikisi de müslüman hatta. Daha ziyade günah kavramından haberdar olup gene de günaha girmekten çekinmeyen insanların hikayesi olarak kabul edilebilecek film, finali itibariyle ucu açık bir noktada kalıyo, ne halt döndüğünü pek de anlamıyorsunuz, izlemek durumunda kaldığınız bir sürü akıllara zarar sahne de cabası. Başroldeki Roxane Mesquida'nın varlığı dışında elle tutulur bi yanı olmayan film neticede.


Frontière(s) (2007): Çok iyi tepkiler almamış "Hitman"in de arkasındaki adam olan  Xavier Gens'in yönetmenliğini yaptığı bu film, karıştıkları bir soygun sonrasında polisten kaçan bi grup suçlunun şehir kenarında bi otele sığınmalarıyla başlıyor. Otelin işleticisi kafasını yeni bi dünya düzeni oluşturmakla bozmuş eski bi nazi subayı çıkıyo, çoluğuyla çocuğuyla yeni gelenlere kafa göz dalıyolar. "Frontier(s)"in en ayrıksı yönü öyküsüne politik bi arka plan yerleştirmesi zira sapık ailenin siyasi görüşleri bi tarafa, soyguncu elemanlar da sağ görüşlü bi partinin seçimleri kazanması sonrası ülke çapında başlayan gösteri hareketlerinin getirdiği kaos ortamından faydalanarak soyguna yelteniyorlar. Bu haliyle film ister istemez bi faşizm eleştirisi gibi duruyor ama bunu çok kör gözüm parmağa bi biçimde yaptığı da bi gerçek. Sinemasal nitelikleri itibariyle de diğer Fransız korku filmlerinden bi nebze geri kalan yapım daha ziyade olayın gore kısmının abartılmasına sırtını dayamış görünüyor.  

 

À l'interieur/Inside (2007): Eski bi sinema yazarı olan Alexandre Bustillo'nun senaryosunu yazıp Julien Maury ile birlikte yönettiği "Inside" her iki yönetmenin de ilk filmiydi. Fakat değme yönetmenlere taş çıkartacak bir beceriyle kesif bir dehşet atmosferinin hakim olduğu bir film ortaya çıkarmayı başardılar. Film hamileliğinin ilk aylarında geçirdiği bi trafik kazasında eşini kaybeden Sarah isimli bir kadının, doğumuna sayılı günler kalmışken bir akşam gizemli bir kadının evine gelip Sarah'nın bebeğini istediğini söyleyerek ona dünyayı dar etmesini konu ediniyordu. "Inside"ın en çarpıcı özelliği "gore" sıfatını hakedişte sınırları zorlaması, muhtemelen sinema tarihinin en kanlı filmlerinden birisi bu. Girizgahından finaline kadar öyle oluk oluk kan akıyor ki bi noktadan sonra hipnotize edici bi hal alıyor, görüntüler beyninize saplanıyor, çıkartamıyorsunuz. Filmin finaline doğru hikayeye eklenen "doğaüstü güç" sosu olayın biraz tadını kaçırıyor olsa da son saniyesine kadar seyircisini germeyi beceren, hatta bir ölçüde -olumlu manada - yoran zıpkın gibi saf bir sinema örneği.  Bloody Disgusting sitesince 2000'li yılların en iyi 20 korku filminden biri olarak gösterilen "Inside" bana göre tüm zamanların en başarılı korku filmlerinden birisi. Yönetmenler Bustillo ve Maury'nin isimleri bi ara "Hellraiser"ın yeniden çevrimi için geçmekteydi ama stüdyo ile anlaşılamadığı için o iş yattı. İnşallah bu Hollywood'un dümen suyuna gitmekten ikiliyi alıkoyar da, bu yazıda bahsi geçen çoğu yönetmen de olduğu gibi onları da yeniden çevrim hezeyanına kaptırmaktansa kendi özgün fikirlerinden yola çıkmış filmlerini izleme imkanı buluruz.


Martyrs (2008): Görselliğiyle hafızalara kazınmış "Silent Hill"in yönetmeni Christophe Gans'ın asistanlığından gelme Pascal Laugier'in ikinci filmi olan "Martyrs", "Inside" ile birlikte Fransız korku sinemasının zirve noktalarından birini teşkil ediyor. Küçük bi kızın alıkonulduğu köhne bir depodan kaçışıyla açılan film, bu olayın etkisinde kalarak hallusinasyonlar içinde büyüyen kızın kendisini rehin alan insanların peşine düşmesiyle devam ediyor, ikinci yarısından sonra ise farklı bir noktaya evriliyordu. Boğucu derecede karamsar bi havaya sahip olan "Martyrs"ı diğer türdeşlerinden ayıran en önemli yönü Fransız korku sinemasının şimdiye kadar bahsettiğimiz özgün yanlarını klasik korku sinemasının anlatım kalıplarıyla sentezlemeyi başarmasıydı ki bu onu diğerlerinden bir parça daha öne çıkarıyordu. İşkence üzerine dayalı bi hikayesi olması hasebiyle çoğularınca çok sert addedilse de tür olarak şiddete meyyalimiz göz önüne alındığında tarihin diğer dönemlerinden çok da farklı olmayan günümüz dünyasında insanların birbirlerine neler yapabileceğine dair az buçuk fikre sahip olan birinin, filmin şiddet düzeyinden çok da etkileneceğini düşünmüyorum açıkçası. İnsanları Tanrıya ulaştıracak denli acıya maruz bırakmak, işkenceden uhrevi bi deneyim çıkartmak gibi hristiyanlığın köklerinden beslenen bi tema üzerinden yürüyen hikayesiyle "Martyrs", hem yazı konusu akım hem de korku sineması için bi dönüm noktası, kendisinden sonra gelecek örnekleri etkilemesi kaçınılmaz olan örnek bir film. Pascal Laugier, Bustillo ve Maury'nin ayrılışının ardından "Hellraiser" yeniden çevriminin başına geçirildi ama neyse ki sonrasında o da projeden ayrıldı. Şu aralar "Details" isimli doğaüstü bi gerilim filminin yapımıyla meşgul olduğu söyleniyor.