Salı, Nisan 14, 2020

Beauty and The Beast (2017) - Bill Condon



Disney'in animasyon klasiklerine çok aşina olmadığım için son yıllarda abandıkları bu "aynısının canlısını çekme" furyasıyla da çok ilgilenmedim. Genel olarak iyi yapılmış dans koreografileri gönlümü çelse de çoğu zaman şarkılar hiç benim kulağıma hitap edecek tarzda çıkmadığı için müzikal türüyle de aram çok iyi sayılmaz. Yani yeni model "Beauty and The Beast"i izlemek için bir nedenim olmadığı gibi beğenmek için de bir nedenim yok gibi görünüyordu ama gene de bir şans verdim ve fazla önyargılıymış, onu görmüş oldum.
 

Disney'in bu live-action deliliği Tim Burton'ın "Alice in Wonderland"i ile başladı malum. Sonrasında yaptıkları "Cindrella", "Maleficent" ve "The Jungle Book" filmlerinin hepsi çılgın gişe yapınca  modası geçmeden bu materyali de bu halkaya eklemeye karar vermişler hemen. Yukarıda saydığımız örnekler Disney'in altın çağı 50 ve 60'lardan kalma animasyonlardan uyarlanmışlardı. "Güzel ve Çirkin" ise Disney rönesansı olarak adlandırılan 80'lerin sonları 90'ların başlarında üretilmiş klasik animasyonlardan birinin yeniden çevrimi, görece daha taze bir fikri mülk. Aynı dönemlerde Linda Hamilton ve Ron Perlman'ın başrollerini paylaştığı modern zamanlarda geçen televizyon dizi versiyonuyla da bayağı popüler olmuştu ki şahsen benim hikayeye aşinalığımın kaynağı da bu dizidir.


Eski bir Fransız masalından uyarlama olan hikaye popüler kültürün uzun zamandır bir parçası olduğu için hepimiz aşinayız aslında. Bir büyücünün lanetiyle canavara dönüşen yakışıklı prens, bir şekilde onun evinde hapis kalan Belle ve bunların bir şekilde aşık olmaları,konu bu. Evlenme çağına gelen kızları görücü usülü evlenme fikrine ısıtma gayeli söylenen orjinal masal ironik bir şekilde diğer birçok masallara konu olan kadın karakterlerin aksine aktif bir kadın kahramana sahip aslında. Grimm masallarının öznesi birçok prenses (Pamuk Prenses, Cindrella, Rapunzel vs.) hep bir prens tarafından kurtarılmayı beklerken buradaki hikayede prensin kurtarılmak için bir prensese ihtiyacı var. Hem yaşadığı kasabının normlarına uymayı reddeden mizacı hem de babasını kurtarmak için canavara kendisini tutsak almasının söyleyebilecek derecede gözüpek olması da Belle'i benzerlerinden farklı kılan tarafları.


Öte yandan Belle ile Canavar arasındaki ilişkinin boyutu da üstte belirtilen feminist alt metinle çelişir türde zira neticede kadın karakterin kendisini zorla alıkoyan biriyle yaşadığı aşk hikayesi anlatılan. Stockholm Sendromu bu hikayeyle birlikte sık anılan kavramlardan biri olsa da birçok uzman Belle'in  bu kalıba uymadığını belirtiyor. Fakat bu gene de ilişkinin rıza boyutu ile sorgulanmaya müsait yapısını değiştirmiyor haliyle. Özellikle Emma Watson'ın feminist kimliği göz önüne alınınca bu husus daha da göze batar hale gelmişti film gösterime girdiğinde.

Tabii tüm bunları göz ardı ederek filmi izlemeyi tercih etmek de mümkün. Birçokları filmi Disney klasiği animasyona fazla benzemekle itham ettiler ama o filmi izlememiş olmam sayesinde bana çok batamadı bu durum. Gene filmdeki şarkılar hiç bir şekilde bana hitap etmiyorlardı ama başarılı sahneleme ve koreografi sayesinde keyif veren bir hal adıklarını gördüm. Bu noktada yönetmen Bill Condon'a hakkını teslim etmek lazım, normalde stüdyo filmin yarı müzikal olması taraftarıyken bunun dozunu arttırılması talep eden de Condon olmuş, bildiği bir şey varmış demek ki. Özellikle Luke Evans ve Josh Gad'in tavernadaki müzikal bölümü bir hayli başarılıydı. Öte yandan Şatodaki eşyaların müzikal sahnesi de bunun tam tersiydi ki işin içine komple CGI girince kanlı canlı performansların yapay olanlar karşısındaki üstünlüğünü bir kez daha gözlemleme olanağım oldu. Filmin yeşil ekrana fazla yaslanan setleri, lüzumundan fazla gay kostüm ve makyaj tasarımı da göz kanattı resmen ama yönetmeni Condon'ın elini materyale yatkın belli ki akıcı bir ortaya koymayı başarmış. 

 
Oyuncu kadrosunun katkısıyla tabii ki. Her ne kadar internette şarkı söyleme yeteneği bir hayli eleştirilse o kadar müzik bilgim olmaması sayesinde Emma Watson'ı Belle rolüne cuk oturmuş gördüm. Zaten "Harry Potter" filmleri döneminde WB'nin patronu olup sonradan Disney'e transfer olan Alan Horn'un da ilk ve tek tercihiymiş rol için, başka bir aktris arayışına bile girilmemiş. Normalde çok hazzetmesem de Luke Evans ve Josh Gad de gayet başarılıydılar ki Gaston karakterinin daha komedik başlayıp film ilerledikçe tam gaz bir kötü adama dönüşmesi ilginç bir tercih. Canavar rolünde Dan Stevens'ın oyunculuğu CGI'ın altına gömülmüş ama arada beliren halleriyle biraz abartıya kaçmış gibi portrelemesinde. Son tahlilde izledikten sonra çok vakit geçmeden kendini unutturacak olsa da izlediğiniz vakit süresince sizi sıkmayacak bir film "Beauty and The Beast".