Cuma, Ekim 23, 2020

Normal People


Sally Rooney'nin kitabı,eğer hala diziyi izlemeyen kaldıysa tabii,iki gencin aralarındaki ilişkinin lise yıllarından başlayıp üniversitenin bitimine kadar seyrini izliyor. Lise ortamında içe dönük ve utangaç ama aynı zamanda birçoklarınca sevilen bir öğrenci olan Connell ile sözünü sakınmayan ve zeki karakteriyle akranları tarafından hiç tutulmayan Marianne arasında başlayan fiziksel yakınlaşma zamanla duygusal boyuta evrilse de Connell'ın üzerindeki çevre baskısını fazla gözünde büyütmesi neticesinde kötü sonuçlanıyor. İki karakterin yolu üniversitede tekrar kesişiyor  kesişmesine ama bu sefer tam tersi sosyal dinamikler söz konusu. Gene de bu durum ikilinin aralarındaki çekimin önüne geçmeye yetmiyor tabii.


Cepheden bakıldığında "Normal People" feci derecede iletişimsizlikten muzdarip iki karakteri konu ediniyor. Bu iletişim yoksunluğu o denli ileri safhadaki izlerken kafanızı duvara vurasınız gelebiliyor. Açıkça birbirinin ruh eşi olan iki insanın aynı çizgide buluşmakta bu kadar zorlanmalarını anlamakta güçlük çekmek çok olası. Fakat kendi hayatınız ve deneyimlerinize ciddi bir gözle tekrar göz attığınızda mevzu gönül ilişkileri olunca açık ve net iletişimin o kadar kolay becerilebilen bir şey olmadığını anlamanız uzun sürmüyor. Çoğu zaman empati yapmak yerine kendi duygularına odaklanmak ve buradan yola çıkarak peşin hükümlere varmak daha kolay gelebiliyor birçoğumuza. "Normal People"ın birçok insanı derinden etkilemesi biraz da hepimize benzeri zorluklardan geçtiğimizi hatırlatmasından geçiyor belki de. 

İletisimsizlik sadece ilişkileri tahrip edici boyutuyla değil yalnızlaştırıcı özelliğiyle de öne çıkıyor "Normal People"da. Hepimiz, yoğunlukları farklı düzeylerde olsa da, aile, iş arkadaşları vs. belli sosyal ortamlarla çevriliyiz. Fakat etrafımız bu bağlamda ne kadar kalabalık olursa olsun bu yalnızlık duygusunun sizi gelip bulmayacağı anlamına gelmiyor çünkü tüm bu kalabalıklar içinde tamamiyle güvenip rahatlıkla fikirlerinizi paylaşabileceğiniz, size kendinizi evindeymiş gibi hissettirecek insan bulmak şansı o kadar zor ki. Bu yüzden Connell ile Marianne arasındaki iletişim kopuklukları seyirci olarak bizi ekstra üzüyor çünkü birçoklarımıza nasip olmayan bir duygusal bağın en başından en sonuna kadar bu ikili arasında var olduğunu görebiliyoruz. İstiyoruz ki onlar da görsünler ve sahip oldukları şeyin kıymetini bilsinler. 
 
 
İçinde bir çok travmatik olay yer alsa da "Normal People"ın bende bıraktığı ve diziden bu denli keyif almama vesile olan bir başka hissiyat da diziyi gençlik yıllarına dair bir güzelleme olarak görmem oldu, özellikle üniversite dönemine. Her yaş dönemi kendi sıkıntılarıyla beraber geliyor ve o dönemden geçerken sadece sıkıntılara odaklanıp ânı kaçıtmaya teşneyiz. Ama gene de üniversite yıllarının insanın kendini keşfetmesi, hatalar yapsa da telafi edebilmesi için kendisine alan açan yegane dönem olduğu gerçeği orta yaş grubundaki herkesin hemfikir olacağı bir nokta. Bu nedenle dizinin gençler kadar üst yaş grupları arasında popüler olmasında çok da şaşılacak bir şey yok çünkü her birimizi nostalji hisleriyle doldurmayı başaran bir hikaye bu. Connell ile Marianne'in ilişkisi üzeinden kendi pişmanlıklarımız, "şimdi olsa neyi nasıl yapardım" hissiyatı ve akabinde kurduğumuz alternatif senaryolar ve hayatımızın şu an hangi noktalarda olabileceğine dair hülyalara daldırması hikayenin en vurucu özelliklerinden.
 

Diziyi birkaç kez izledikten sonra dayanamayıp kitabı da okuduğumda farkettiğim şey yazar kadrosunun, ki bunların arasında Rooney'nin kendisi de var, kitabın duygusal altyapısını alıp cilalamakta ne kadar başarılı olduklarını görmek oldu. Olay örgüsü yüzde 99 itibariyle aynı, hatta kitaptaki diyaloglar bile birebir kullanılmış fakat Rooney'nin kitabı o kadar mesafeli bir anlatıma sahip ki böylesi duygusal bir hikayeyi nasıl böyle soğuk bir dille yazabilmiş hayret ediyor insan. Dizinin kreatif ekibi materyali olabilecek her noktada geliştirip daha vurucu hale getirmeyi başarmışlar ve doğru oyuncu seçimiyle hedefi onikiden vurmuşlar. Defalarca izledikten sonra artık Connell'ı Paul Mescal dışında kimsenin canlandıramayağını düşünür hale gelmiş olsam bile gene de internetin Mescal hakkındaki saplantısını çözebilmiş değilim. Öte yandan Daisy Edgar Jones resmen bir ışık gibi parlayıp diziyi izlemek için yegane sebep olabilecek bir performansa imza atmış, ilerde yapacağı işleri merakla bekliyoruz. Kitabı senaryoya döken Alice Birch ve Sally Rooney, yönetmenler Lenny Abrahamson ve Hettie Macdonald başta gelmek üzere bu dandik yılda bize böylesi güzel bir hikayeyi armağan eden herkesi tebrik etmek lazım ayrı ayrı.