Sinema tarihine "Superman", "Lethal Weapon", "Omen" ve "Goonies" gibi birçok sevilen film armağan etmiş olan Richard Donner geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti. Yönetmenin adı anıldığında yukarıda adı geçen filmler ilk olarak zikredilseler de şahsi favorilerimden olan ve biraz hakkının yendiğini düşündüğüm 1997 tarihli "Conspiracy Theory"nin vefatının ardından yönetmeni yad etmek için en iyi seçenek olduğuna kanaat getirdim.
Donner'ın "Assassins" ile "Lethal Weapon 4" arasından yaptığı filmin yazarı Brian Helgeland, şu an film dünyasının namlı senarist/yönetmen/yapımcılarından birisi olsa da bu filmden önceki 10 yılını Hollywood'da tutunmaya çalışarak geçirmiş ve o döneme kadar en bilinen işleri 4 üncü "Elm Street" filmine imza atmak ile orjinali Wachowski kardeşlere ait olan "Assassins"in senaryosunu revize etmek olmuştu. 1997'nin Helgeland için bir dönüm noktası olduğu söylenebilir zira "Conspiracy Theory"nin yanı sıra aynı yıl içinde hem "L.A. Confidential" ile Oscar almayı hem de "The Postman" ile de altın ahududu ödülüne ulaşmayı başarmıştı kendisi.
"Conspiracy Theory" taksi şoförlüğü yapan Jerry Fletcher'ın (Mel Gibson) öyküsünü anlatır. Filmin isminden de anlaşılacağı üzere komplo teorileriyle kafayı bozmuş olan Jerry, taksisine binme bahtsızlığına erişmiş herkesin kafasını bu teorileriyle şişirdiği yetmiyormuş gibi bunları kendince bir dergide toplayıp edindiği üç beş aboneye de yollayan bir karakter. Jerry nin kafasını sıklıkla şişirdiği kişilerden biri de kendisinin platonik aşkı olan avukat Alice Sutton (Julia Roberts). Jerry'nin başta Alice olmak üzere herkese deli saçması gelen teorileri bir noktada birilerinin
ilgisini çekiyor ki saldırıya uğruyor. Patrick Stewart'ın canlandırdığı
karanlık bir hükümet ajanı Jerry'nin peşine düşüyor ve olaylar ilerledikçe öğreniyoruz ki
Jerry'nin geçmişinde yer alan birçok karanlık nokta yavaş yavaş tekrar kendisini içine çekmeye başlıyor.
Söylentilere göre Helgeland'ın senaryosu kafasını komplolarla bozmuş bu paranoyak adamın tüm şüphelerinin doğru çıkmasına dair daha karanlık bir hikayeymiş. Fakat görünüşe bakılırsa Donner ve yapımcı Joel Silver hikayenin karanlık yanlarını törpüleyerek seyirci için hazmı daha kolay bir film yapmayı kafalarına koymuşlar ve neticede cepheden bakınca gerçekten de gerilim filmlerine daha uygun, son derece hastalıklı bu kişilik, Gibson'ın başarılı oyunculuğunun da katkısıyla sevimli bir karaktere dönüşmüş. Şahsen ben bu hafif ton tercihinin filmin lehine işlediğini düşünen azınlıktan olsam da birçok insanı filme mesafeli getiren temel hususlardan birisi bu sanırsam ki gayet anlaşılabilir bir durum. Tabii bu noktada filmin bir 90'lar ürünü olduğu gerçeğini de akıldan çıkarmamak gerek zira bugünün şartlarında bu haliyle hikaye edilmesi çok güç olurdu.
Çıkış noktası CIA'in 50'lerde başlayıp 20 yıl boyunca sürdürdüğü MKUltra Projesi gibi tarihsel ögelere dayanan "Conspiracy Theory" hükümetlerin ve gizli servislerin ülke çıkarları namına neler yapmaya gönüllü olduklarına dair bir çeşit fikir teatisi, revize edilmiş bir Mançuryalı aday yorumu esasında. Komplo teorilerine dair bakış açısı bilgiye erişimin yanı sıra bilgi kirliliğinin de had safhada olduğu günümüzde bir hayli farklı olsa da 90'lı yıllar için ilgi çekici bir tema olduğu da su götürmez bir gerçek ki filmin kehanetlerinden birisi olan Türkiye depremi de 17 Ağustos 1999'da gerçekleşmişti malum. Donner tüm bu birbiriyle mücadele halinde olan farklı ögeleri, akli dengesi kendini aşan gayeler uğruna
heba edilmiş bir adamı merkezine alarak bir potada eritmeyi başarıyor ve ortaya ilgi çekici bir politik
film çıkarıyor. Öte yandan -belki de elindeki materyalin
ciddiyetinin sorgulanacağını öngörerek- başta tutturduğu
hafifmeşrep tonu sonuna kadar koruyarak hem bu olası handikapları bertaraf
ediyor hem de ana karakterinin antipatik görülebilecek özelliklerini de
törpülemeyi başarıyor.
Yönetmenin bu noktada en büyük yardımcısı ya da nerede durduğunuza bağlı olarak suç ortağı Mel Gibson. Aktör "Braveheart" ile oscarları silip süpürdükten 2 yıl sonra gösterime giren film Gibson'ın kariyerinin zirvesinde olduğu bir zamana denk geliyor ve bu parıltının getirdiği özgüven ekranda görmek mümkün. Gerek tüm oyunculuk gücünü karakterini sevilip takip edilebilir hale getirmek için kullanması olsun gerekse de gene o dönem kariyerinin zirvelerinde olan Julia Roberts ile keşke birkaç film çevirselermiş dedirten karşılıklı uyumlu olsun, Gibson filmin izlenibilirliğini had safhaya çıkartan faktörlerin başını çekiyor.
Bu noktada filmin gizli asının şahsi kanaatimce kariyerinin en başarılı müziklerine imza atmış olan Carter Burwell olduğunu belirtmeden geçmemek lazım. Yukarıda değindiğimiz şeylere paralel bir şekilde Burwell'ın senaryoya dair ilk izlenimleri de daha karanlık ve ciddi bir hikaye olduğu yönünde olmuş ve bestelerini de bu doğrultuda yapmış. Fakat yapımcı Silver'ın bunun tam zıttı bir şeyler talep etmesi üzerine daha önce "Fargo" için düşündüğü ama ironik bir şekil kağıt üzerinde hafif olup nihai haliyle ciddi bir görünüme bürünen o film için uygunsuz hale gelen bir temayı "Conspiracy Theory" için kullanmaya karar vermiş ve böylelikle filmin girişinde duyduğumuz müzik ortaya çıkmış. Bunun yanı sıra merkezdeki iki karakter için bir aşk teması ve hikayenin CIA ayağı için bir gerilim teması da barındıran müzikler maalesef Spotify'de yer almıyorlar ama internette çeşitli mecralarda dinlemek mümkün.