Salı, Ağustos 10, 2021

Jungle Cruise


Disney'in ikinci bir "Karayip Korsanları" denemesi yapmış olduğu "Jungle Cruise" geçen yüzyılın başlarında Amazon'daki mitik bir ağacın peşine düşen bir grup insanın öyküsünü anlatıyor. Emily Blunt günümüzün Hollywood'undan beklenecek şekilde erkekler tarafından kaale alınmamasına rağmen herkesin kendisinden beklemediği şeyleri başaran yeni bir wonder woman iterasyonu olan Lily'yi canlandırmakta. Hatta filmin woke duruşu daha da belli olsun diye gene toplumun tüm baskılarına rağmen Lily'nin cesurca sahip çıktığı gay bir erkek kardeşi bile tahsis edilmiş. Başka bir oyuncunun elinde sinir bozucu olabilecek bu karakteri neyse ki Blunt sempatik bir şekilde portrelemeyi başarıyor. Senaristlerin de komple hakkını yemeyelim, benzerlerinin aksine hata ve kusurlardan uzak olmayan, kafayı tümüyle erkekleri alt etmekle bozmamış, daha ayağı yere basan bir karakter Lily.  Temel derdi mevzu bahis mcguffini ele geçirip insanlığa bir fayda dokundurmak. Bu noktada yolunun kesiştiği isim ise Amazon nehrinden teknesi ile rehberlik yapan Frank (Dwayne Johnson) oluyor. Eli paraya sıkışık olduğu için bu yabancı kadına da rehberlik etmeyi kabul eden Frank'in göründüğünden daha derinlikli bir geçmişi olduğunu film ilerledikçe öğreniyoruz. Bir de Jesse Plemons'ın hayat verdiği nazi subayı var, bunlarla aynı şeyin peşinde olan. O dönemde geçen bir film yapıp da nazi koymazsak ayıp olur diye düşünmüşler herhalde. 


Filmin konusu oluşturan mitik hazine vs. kısmı son derece unutmaya müsait ama neyse ki yazar kadrosu her bir karakteri birbirleriyle etkileşimleri üzerinden kanlı canlı hale getirmek için elinden geleni yapıyor, kaliteli oyuncu kadrosunun da yardımıyla büyük ölçüde başarılı da oluyorlar, özellikle Jesse Plemons. Son yıllarda gitgide daha da ön plana çıkmaya başlayan aktör son zamanların en sempatik kötü adam portrelemelerinden birine imza atmış (Jack Whitehall'un karakteri ile girdiği jungle juggle diyalogu bunun zirvesini oluşturuyor). Blunt ve Johnson romantik bir ikili olarak en ufak bir kimyasal uyumları olmasa da bir komedi ikilisi olarak bir hayli başarılılar. O derece ki film bittiğinde kendimi bu iki karakter tekrar izlemek isterim diye düşünürken buldum. Seçilen tarihsel arka plan da filme bir egzotiklik katıp cazibesini arttırıyor, esin kaynağı olarak aldıkları Indiana Jones serisini iyi çalıştıkları aşikar. Son 15 yılın en tutulan janr yönetmenlerinden biri haline gelen Jaume Collet Serra eğlenceli bir film yapmayı başarmış. Filmin çok eleştirilen CGI ağırlıklı oluşu beni çok germemiş olsa da doğal setlerde çekilseymiş daha etkileyici bir filme imza atılacakmış orası kesin. En azından, madem Edgar Ramirez ve ahfadından müteşekkil kötü adam grubunu tümüyle CGI yaptınız, en azından setler olsun tümüyle efekte yaslanmasaymış diye düşünmeden edemiyor insan


Filmin ilk saniyelerinden itibaren kulağınıza elen melodi tanıdık gelirse şaşırmayın, evet filmin müziklerini besteleyen James Newton Howard Metallica'nın "Nothing Else Matters" isimli klasiğini film için uyarlamış. Görünüşe bakılırsa Disney'deki patronlardan birinin hayaliymiş bir Disney filminde Metallica müziğine yer vermek, "Jungle Cruise"un bunun için en ideal seçenek olduğuna kanaat getirmiş ne hikmetse. Filmin title sekansı ile ortalardaki uzun flashback sekansında duyulabilen iki ayrı versiyon bestelemiş James Howard ve ikisi de bir hayli başarılılar. Diğer taraftan filmin konusu olsun seçtiği tarihsel fon olsun en ufak bir ilgisi olan bir parça olmaması itibariyle de bir hayli garabet bir durum oluşturmuş şarkının kullanımı. İlginç işler.