Pazartesi, Eylül 20, 2021

Malignant


Her yeni James Wan filmi bir sinemasever için önemli bir hadise ama filmin türü korku olunca bu daha da önemli hadise haline geliyor. Sonuçta sinema dünyasına bir değil ("Saw") iki değil ("Insidious") tam üç tane ("Conjuring") yeni korku mülkü sunmuş bir adamdan bahsediyoruz. Dolayısıyla yönetmenin iki Aquaman filminin arasına sıkıştırdığı "Malignant"ın gelişi kutlu bir hadise addedilebilir. Öte yandan Wan'ın filmografisinin diğer örneklerine kıyasla aynı etkiyi yakalayacak mı ondan da şüpheliyim.


Yönetmenin eşi Ingrid Bisu'nun bir fikrinden yola çıkarak senaryosu yazılan "Malignant" kocasından şiddet gören Maddie'nin gene bir başka arbedeli akşam sonrası kocasını ölü bulup kendisinin de saldırıya uğramasıyla başlıyor. En azından esas karakterimizin hikayesine girişimiz böyle, yoksa intro kısmında filme ismini de veren habisle müşerref oluyoruz biir nevi. Dolayısıyla tam anlamıyla bir whodunnit sayılmaz "Malignant" ama hikayenin anlam çerçevesi de filmin sonuna doğru aşina olduğumuz sürprizle bir hayli ilintili dolayısıyla oraya değinmeden konuyu anlatmak da güç. Ama neticede içine polisiye, kardeş sevgisi, kan bağı, şüpheli bir şekilde düşüp duran bebekler vesaire bir dolu ögenin doluştuğu bol kanlı-kesmeceli bir öykü karşımızdaki.


James Wan kariyerinin ilk dönemlerini düşük bütçelerle geçirse de "Insidious"la bir kez daha kendini kanıtladığından beri belli bir prodüksiyon kalitesinin altına düşmedi. Ama "Malignant"ın girişinden itibaren gerek estetik olarak gerekse de yönetmenlik tercihleri olarak o ilk dönem filmlerine öykünen bir görüntüsü var. "Conjuring" serisiyle kendinden emin bir korku filmi nasıl yapılır dersi vermiş birisi değil de Sam Raimi gibi üstatlara öykünen yeniyetme bir yönetmen sanki kameranın ardındaki, en azından filmin ilk yarısı itibariyle görüntü bu şekil. Gerçi "Malignant" hikayesi itibariyle "Conjuring"lerden ya da "Insidious"lardan, hatta yönetmenin hakkı yenen filmlerinden olan "Dead Silence"dan bile bir hayli farklı. Dolayısıyla da değişik bir anlatım yolunu tercih etmek istemesi çok şaşırtıcı olmasa da bir nebze yadırgama hissiyatı uyandırmıyor da değil.


Sadece korku açısından değil, filme enjekte edilmeye çalışılan müstehzi hava itibariyle de farklı "Malignant". Gerçi yönetmen önceki filmlerine de ara ara komik anlar yerleştirmeyi sevse de buradaki yan karakterlerin çoğu filmin ağır hikayesini bir hayli hafifletecek şekilde de tasarlanmış. Koca oyuncu kadrosunun içinde rolünü ciddiyetle ifa etmek durumunda kalan yegane isim de Maddie'yi canlandıran Annabelle Wallis olmuş ki bu filmin aleyhine işleyen bir nokta. Zaten çok ilginç bir aktris değil, hal böyleyken kızkardeşini oynanyan Maddie Hasson sempatisiyle sahne çalarken Wallis'in yüzünde korku dolu bir ifadeyle hikayeyi ilerleymeye çalışması gerek oyuncu gerekse de film için olumlu bir görüntü oluşturmuyor. Dolayısıyla hikaye twistinin yer aldığı üçüncü perdesine kadar sarkıyor biraz film.


Öte yandan katilin hüviyetini öğrenmemizle birlikte korkuyu bagaja atıp komple aksiyona abanıyor "Malignant" ve burada "Fast Furious" serisinden bir film yönetmiş Wan ile muhatap oluyoruz, prodüksiyon da bütçesini bir nebze belli etme şansı yakalıyor. Hikayenin gudubet karakteri görünüşe bakılırsa John Wick'ten hallice bir tip ve kıvrak figürleriyle ortalığı birbirine katmayı başarıyor ki filmin eğlence katsayısının da arttığı bölümler bunlar. Hikayenin sürprizi çok abandone edici olmasa da büyük ölçüde iyi kamufle edildiği de bir gerçek. Öte yandan bu karakterin doğaüstü becerilerini nasıl edindiği hususunu da çözebilmiş değilim, hikayenin genel yapısı içinde o kısım bir nebze eğreti duruyor.


Son tahlilde yönetmenin en iyi filmlerinden olmasa da son 20-25 dakikasının öncesini kurtardığı bir film "Malignant". Yönetmenin farklı birşeyler denemeye çalıştığı aşikar, belli ölçüde başarı kaydettiği de söylenebilir. Öte yandan yeni bir "Conjuring" bekleyenleri büyük bir hayal kırıklığı bekliyor onu da belirtmeden geçmemek lazım.