Perşembe, Aralık 14, 2023

The Killer


Ah Fincher vah Fincher, ne yaptın sen ya? Yönetmenin "Se7en"ın senaristi Andrew Kevin Walker ile yeniden bir projede bir araya geleceği haberi, başrolde Michael Fassbender'ın olacağının da duyurulması ile birlikte bünyede nasıl bir heyecan yaratmıştı halbuki..
 

"The Killer", aynı isimli Fransızca bir çizgi romanın uyarlamasıymış. Yazarı Alexis Nolent, ya da müstear adıyla Matz, birkaç yıl önce Fincher ile birlikte "Black Dahlia"nın çizgi roman versiyonunu yazmıştı, oradan gelen bir kankalıkları olduğu aşikar. Walter Hill & Sly Stallone ortak çalışması olan "Bullet to The Head" de bu adamın çizgi romanından uyarlamaymış, haberim yoktu.


Daha jeneriğinden itibaren kaygı uyandırmaya başladı aslında bende "The Killer". Fincher genelde bu sekanslara verdiği özenle bilinir. "The Killer" için hazırlanan jenerikse bir filmden ziyade dizi açılışı gibi bir niteliğe sahip; sanki haftaya bir başka bölüm izleyecekmişiz, sadece bundan ibaret değilmiş gibi. Bir kalıcılıktan uzaklık, baştan savmalık var jenerikte. Akabinde gelen ve sonu fiyasko ile biten suikast teşebbüsü boyunca dinlemek zorunda kaldığımız katilimizin iç sesi, önümüzdeki 90 dakika boyunca seyirci olarak nasıl bir deneyimle karşı karşıya kalacağımızın ufak çapta bir örneğini sunuyor aslında. Ondan sonra da öyle ufak ufak devam ediyor film zaten.


Filmin hikayesi insanı şaşırtacak ölçüde sade ve sürprizden yoksun. İstenilen sonuca ulaşılamayan suikast denemesinin sonucunda katilimizin işverenleri kendisini tedavülden kaldırmaya çalışıyorlar ama kendisini bulamayınca sevgilisine (normalde bir hayli güzel olan ama yüzündeki makyaj sebebiyle tanınmaz hale getirilmiş Breziyalı aktris Sophie Charlotte) zarar veriyorlar, o da bunun bedelini müdahil olan herkese tek tek ödetmek üzere yollara düşüyor, tüm film bu. Süre ilerledikçe herhalde sadece bundan ibaret değildir, bir noktada bir twist neyin birşey gelir herhalde diye bekledim durdum ama nafile. Böylesi yavan bir olay örgüsünü bir nebze olsun çeşitlendirmek için sevgili yönetmenimizin benimsediği yöntemse filmin makul bir çoğunluğu üzerine dış ses döşemek olmuş. "The Killer"ın halihazırda matah olmayan dramatik yapısına dinamit döşeyen bir tercih oluyor bu neticede. Dış ses genelde tembel bir hikaye aracı olarak kabul edilir çünkü bir nevi ana karakterin seyirciye ne düşünüp hissetmesi yönünde düpedüz direktif vermesi gibi birşeydir. Buradaki dış sesin sorunu ise bir nevi tam tersi; Michael Fassbender suretindeki katilin yaptıklarını izlerken bir yandan da kafasından geçenleri dinliyoruz ama ikisi arasında bir korelasyon kurmak mümkün olmuyor çoğu zaman, perdede izlediğimiz adamın hakikaten kafasından geçenleri dinliyormuştan ziyade başka birinin onun için yazdığı replikleri okuyormuşcasına bir yapaylık hakim. "Se7en" ve "8mm"ı yazmış bir adam nasıl olmuş da bu kadar kulak tırmalayan satırlar dökmüş kağıda anlamak mümkün değil, hayatımda bir dışsese bu denli uyuz olduğumu hatırlamıyorum.


Senaryonun cansızlığının altını çizmek istercesine sıkıcı bir tempoya sahip aynı zamanda film, 4-5 oturmada ancak bitirebildim. Sadece ama sadece iki sahne var bir nebze kalp atışını hızlandırabilen; birisi Tilda Swinton arz-ı endam ettikten sonraki diyalog sahnesi, diğeri de her ne kadar kötü aydınlatılmış olsa da ondan biraz önce gerçekleşen dövüş sahnesi. Fincher burnunu biz fanilerin seviyesine indirebilirse bir dövüş filmi çekmeyi deneyebilir aslında zira Fassbender ile rakibi arasındaki arbedeyi yetkin bir şekilde sahnelemiş. Yanına kifayetli bir görüntü yönetmeni aldıktan sonra tabi, zamanında çalıştığı Darius Khondji ya da Harris Savides gibi ustalar ölçeğinde birisi mesela. Bu Eric Messercshmidt denen elemanın işçiliğinden hazzetmiyorum. Bir de Allah aşkına Trent Reznor'la çalışmayı bıraksın ya. NIN candır ciğerdir ama adamın yaptığı film müziklerinin varlığı ile yokluğu bir, hele burada. Boşu boşuna bütçede yer kaplamış.


"Mank"la yaşadığım görece hayal kırıklığını giderecek bir proje olarak umutlu olduğum bir yapımdı "The Killer" ama Fincher'ın kariyerinin tartışmasız en kötü filmi ile karşı karşıyayız. Adamın iyi film yapması için stüdyolarla falan dalaşıp gaza falan gelmesi lazım galiba, böyle Netflix gibi her istediğini yapabildiği ortamlara girince çaptan düşüyor, orası kesin.