Cumartesi, Aralık 09, 2023

Oppenheimer


En son 2020'de yazmışım, her 6 yılda bir Fincher ile Nolan aynı dönem film çıkarıyorlar diye, "Mank" ile "Tenet"ten mütevellit. Süreyi 3'e düşürmeye karar verdiler heral, bu yıl "Oppenheimer" ve "Killer" ile arz-ı endam ettiler. İkiliden daha çok ses getireni ve görece daha başarılı olanı "Oppenheimer"dan başlayalım. 


"Oppenheimer" ikinci dünya savaşını bitiren atom bombasının yapıldığı Manhattan projesinin başında yer alan Robert Oppenheimer'ın hikayesini anlatıyor adından da anlaşılacağı üzere. Bir Nolan filminin lineer bir şekilde akması mümkün olmadığı için atom bombası öncesi ve sonrası hayatını birbirine geçirerek anlatıyor yönetmen. Sırf artistlik olsun diye savaş öncesini renkli, sonrasını da siyah-beyaz çekmiş paşam. Yok ses tasarımı ile deney yapıp durmalar, yok senaryoyu birinci şahısdan yazmalar, böyle siyah beyazla oynamalar falan bu adamın artistlikleri de baymaya başladı artık. Zamanında bunun kralını "Memento" ile yaptın işte, neyin peşindesin, efendi efendi hikayeni anlat geç. 


Neyse.. Görünüşe bakılırsa savaş sonrası hayatı çok da güllük gülistanlık geçmemiş arkadaşın, dönemin artan komünist karşıtı Amerikasında komunist geçmişi göze batmaya başlamış, dost bildiği adamların bu noktada kendine kazık atması da eklenince ulusal komiteler karşısında hesap verirken bulmuş kendini. Bu hesaplaşmalar vesilesiyle adamın savaş öncesi hayatından bombanın düşürülene kadar olan dönemi de izleme fırsatı ediniyoruz.


Mevzubahis konusu hakkında makul ölçüde tarihi bilgi sahibi olmaksızın keyif almanın zor olduğu filmlerden biri bence "Oppenheimer". Bakmayın dünyanın hasılatını yaptığına, günümüzün sosyal medya gençliği sırf "Barbenheimer" trenine binmekten geri kalmamış olmak için oturdular sinema koltuğuna. Nolan'ın eski kırığı Warner Bros farketmeden de olsa büyük kıyak geçmiş oldu böylece kendisine, Barbie fırtınasına takılıp kalmasa imkanı yoktu bu filmin o kadar gişe yapmasına.


Atom bombasının arkasındaki adamın hikayesini anlatan bir filmden bir seyircinin en büyük beklentisi ister istemez atom bombası oluyor ama nedense Nolan daha çok akabinde yaşananlarla daha bir ilgili gibi. Yere göğe sığdırılamayan atom bombası deneme sahnesini şahsen o kadar da çok beğenmedim, nasıl bir beklentiye soktuysam artık kendimi.


Kötü bir film demeye insanın dili varmasa da hangi akla hizmet yere göğe sığdırılamadığını anlamanın zor olduğu filmlerden "Oppenheimer". Özellikle "Tenet"le hem gişe hem de eleştirmenler nezdinde darbe yemiş olan yönetmen yeni bir film yapsa da yere göğe sığdıramasak diye beklemiş sanki birileri. Nolan'ın her filminde gösterdiği özeni burada da görmek mümkün elbette ama yazdığı dialoglar ve sahne geçişlerindeki dandunluk karakterlerin kafa yapısını idrak etmeyi zorlaştırmış bence ki üç saatlik bir filmden bahsediyoruz. Gerçi o kadar çok karakterle doldurmuş ki hikayeyi bazıları kesilse birşeyler kaybeder miydik o kadar emin değilim. Şahsen Bennie Safdie'nin garabet sıfatını görmeden de ömrümü geçirebilirdim, hangi akla hizmet rolü ona verdiyse. Anladık Paul T.Anderson'ın filminde beğendin ama o filmin alayı zaten çirkin insanlardan müteşekkildi, buraya bunu taşımaya ne gerek var?


Safdie harici oyuncu kadrosu ise filmi izlemek için tek başına bir sebep olabilecek güçte. Usta isimleri ön plana çıkarırken arka plandaki karakterleri isim yapmış yeni yüzlerle bezeyen yönetmenin en iyi kasta sahip filmlerinden birisi "Oppenheimer". Matt Damon en sevdiğim aktörlerden biri olsa da buradaki performansını o kadar beğenmedim gerçi. Uzun zamandır Iron Man olarak görmeye alıştığımız Robert Downey Jr'ı bambaşka bir rolde izlemek ise çok keyifliydi. Tüm filmi beraber geçirdikleri Alden Ehrenreich de filmdeki en favori karakterim oldu diyebilirim, kendisinden çok haberdar değildim, buradaki oyunculuğu ile dikkatimi çekmeyi başardı. Florence Hugh da her ne kadar muhtemelen sinema tarihinin çekilmiş en garabet çıplak sahnelerinden ikisinde yer almak durumunda kaldıysa da akılda kalıcı bir performans sergilemiş. Gene de komite önünde Cillian Murphy'nin kucağına çıplak oturduğu sahnede kadın adına ben utandım, çok gereksiz bir ekleme. Velhasılı bir "Dunkirk" ya da "Tenet" benzeri bir hayal kırıklığı olmasa da tümüyle hayran kalamadığım bir Chris Nolan filmi "Oppenheimer".