John Milius bugünün Hollywood'unu şekillendirdiği söylenebilecek 70'ler Amerikan sinemasının önemli aktörlerinden biri esasında. Üniversite yıllarından başlamak üzere dönemin sakallı dahileri Spielberg, Scorsese, Coppola ve Lucas'ın oluşturduğu has dairenin önemli figürlerinden biri haline gelen Milius senaryosunu yazdığı "Jeremiah Johnson", "Apocalypse Now" gibi filmlerin yanı sıra hikayesine bir noktada katkıda bulunduğu "Dirty Harry", devam filmi "Magnum Force" ve "Jaws" gibi yapımların edindiği muazzam başarı sayesinde dönemin en gözde yazarlarından biri haline gelmeyi başarmış, bu pozisyonunu da yazdıklarını yönetmek için kullanarak "Dilinger", "The Wind and The Lion" ve Big Wednesday" gibi sevenleri olsa da bugün pek hatırlanmayan filmlere imza atarak noktalamış 70'leri. Yönetmenlik alanında istediği başarıyı 80'lerin ilk yarısında "Conan the Barbarian" ve "Red Dawn" gibi bugün kült haline gelmiş iki filmle yakalamış olsa da sektörde yaşanan değişimlere ayak uyduramaması, liberalliğiyle bilinen Hollywood'da açıkça sağcı olduğunu ifade eden birinin ayakta durabilmesinin yegane yolu olan gişe başarısı yüksek işlerle bilinmiyor oluşu ile birleşince yavaş yavaş piyasadan yavaş ismi cismi kaybolmuş Milius'un.
Milius belgeselinin yönetmenleri Joey Figueroa ve Zak Knutson'u bu filmi yapmaya iten en önemli hususlardan biri de bu olmuş esasında. 70'ler gibi formatif bir dönemin önemli aktörleri olmakla kalmayıp son 50 yıllık Hollywood sinemasını şekillendirmeyi de başarmış Spielberg, George Lucas, Francis Ford Coppola ve daha niceleri John Milius'u tandıkları en iyi hikayecilerden biri olarak kabul ettiklerini açık seçik beyan ediyor olsalar da kariyeri boyunca bu isimlerin hiçbirinin kalibresine ulaşabilmiş bir isim değil John Milius. Yapım ekibinin bunun sebeplerini genel olarak ilk paragrafta da belirttiğimiz hususlara dayandırdıklarını söylenebilir. John Milius senaryo yazarlığının yanı sıra yarattığı silah meraklısı, faşizanlığa öykünür derecede sağa meyilli bir persona ile de tanınmış egzantrik birisi. 70'lerin "laissez faire laissez passe" ortamında bunlar tahammül edilebilir olsa da 80'lerle birlikte daha attığı adımın hesabını bilir bir hale gelmiş stüdyo sisteminde kendine yer bulmakta zorlanmış kendisi. Bunun "Conan" ve "Red Dawn" gibi belli ölçüde ilgi toplamış filmlerin akabinde gerçekleşmiş olması çok ilginç geldi bana gerçi. Belgesel bunun sebebinin "Red Dawn"ın arsız bir şekilde sağcı bir yapım olmasına bağlıyor gibi ama neticede Amerikan tarihinin en şahin başkanlarından olan Reagan'ın hüküm sürdüğü, "Rocky 4"lerin, "First Blood"ların, Chuck Norris'lerin cirit attığı bir dönemden bahsediyoruz. Mantıken Milius'un bu ortamda kabak çiçeği gibi açılması lazımdı ama bir şekilde gerçekleşmemiş. Öte yandan sektörüm birçok duayeninin gözünde konumunu hala hiç bir şekilde kaybetmediğini de görüyorsunun belgeseli izlerken. Milius 2011'de inme yaşadıktan sonra konuşma ve yazma yetisinin ciddi şekilde yara almasının Spielberg'de yarattığı hüznü konuşurken gözlerinde görebiliyor, üniversite yıllarından beri yakın arkadaş olan George Lucas'ın kendisinden bahsederkenki hürmetini hissedebiliyorsunuz. Zaten bir nevi yıldızlar geçidi gibi belgesel; Scorsese, Coppola, Paul Schraeder, Sydney Pollack, Eastwood, Oliver Stone, Robert Zemeckis, Michael Mann, Randal Kleiser, Bryan Singer, Kurt Sutter, Harrison Ford, Arnold Schwarzenegger, Charlie Sheen, James Earl Jones, Powers Boothe, Sam Elliott, Richard Dreyfuss, Walter Murch, Lorenzo Di Bonaventura, Mike Medavoy, Kathleen Kennedy ve bu isimlerin arasında varlığı biraz eğreti dursa da Stallone ilk elde sayılabileceklerin bazıları. Hollywood sinema tarihine kıyısından köşesinden meraklı herkesin göz atması gereken bir yapım.