Çarşamba, Kasım 16, 2022

Gurbet Kuşları (1964) - Halit Refiğ


Halit Refiğ'in yeşilçam döneminden en bilinen işi olmasının yanı sıra Cüneyt Arkın'ı sinemaya kazandıran ilk film de aynı zamanda "Gurbet Kuşları". Adının Orhan Kemal’in yine bir İstanbul’a göç hikâyesini anlattığı ve 1962’de yayımlanan romanından alan film, esasında Turgut Özakman’ın ilk kez 1961 yılında sahnelenen “Ocak” adlı oyunundan uyarlanan, senaryosunu Halit Refiğ’in, diyalogları Orhan Kemal’in yazdığı bir yapım. 60'larda artık yadsınamaz bir hal almış olan iç göç dalgasını hikayesine konu edinen ilk yapumlardan biri olması itibariyle önem arzeden film taşradan İstanbul'a göçen bir aileyi merkezine alır. Araba tamircisi babanın taşı toprağı İstanbul'dan nasiplerini alacaklarına dair en ufak şüphesi yoktur. Bu özgüvenini iş ahlakıyla pekiştirmekten acizdir oysa, müşterisiyle nedensiz tartışıp ayağının dükkandan çekilmesine sebep olacak kadar öngörüsüz bir adamdır ve bu hususiyetini sonraki iş denemelerinde de sürdürür. Babasının yanında çalışan Cüneyt Arkın'ın -haliyle biraz acemice- canlandırdığı büyük oğlan sorumsuzlukta babasından geri kalmaz, işine sahip çıkmaktansa evli bir kadının peşinde koşmakla geçirir vaktini. Tanju Gürsu'nun canlandırdığı ortanca oğlan geçimini taksicilikten kazanırken bir yandan gece hayatına abanıp kendine dost tutmakla meşguldür. Küçük oğul ise tıp fakültesi öğrencisidir, hoşlandığı kız kendini yadırgamasın diye ailesi ve kökleri hakkında başlarda yalan söylese de kızın bir noktada gerçeği öğrenmesiyle kendiyle barışık bir insan haline gelir, kızla da arasını düzeltir. Pervin Par'ın canlandırdığı ailenin tek kızı, ailenin erkeklerince sıkboğaz edildikçe daha fazla şuh komşusunun pençesine düşer ve tahmin edileceği üzere en nihayetinde kendini "kötü yol"a düşmüş bulur. Filmin finali kızın peşine düşülmesi üzerinden çözümlenir ve film biterken aileyi köyüne geri dönerken buluruz.


Bu mevzuyu çok daha sağlam temeller üstüne oturtan "Gelin" gibi filmleri düşününce Refiğ'in filminin biraz fazla melodrama abandığı aşikar. Gerçi çekildiğinin üzerinden 60 yıla yakın bir süre geçmişken bu lafı etmek biraz kolay tabii, çekildiği dönemin şartları itibariyle normal de karşılanabilir. Bu minvalde "Gurbet Kuşları"nı göç üzerine yapılmış bir dramadan ziyade göç olgusunu kendisine fon yapan bir yeşilçam melodramı olarak kabul etmek daha doğru. Öte yandan küçük oğlanın bu olgu üzerine müstakbel kayın pederi ve nişanlısı ile yaptığı didaktik konuşmalara bakınca yönetmenin mevzu üzerine fikir beyan etmeye niyetli olduğu da aşikar. Aşikar ama çok da kayda değer bir söz söyleyebiliyor da sayılmaz; filmin konu edindiği aile aklını başına devşiren küçük oğlan dışında -ki onun hikayesi de sorunlu zira nişanlı kızın ailesinin bir taşralı genci bir anda bağırlarına basmaları, aynı zamanda kentli bir kızın taşralı bir aileyi böylesine kolaylıkla benimsemesi hiç gerçekçi değil- hiç bir şekilde tutunmayı başaramazken Hüseyin Baradan'ın canlandırdığı köylü kurnazı karakterin kademe kademe yükselerek refaha ermesi tezatından hareketle tam olarak böyle bir karakter olmadıkça büyük şehirde tutunmanın mümkün olmadığını söylemeye çalışıyor muhtemeln Refiğ. Öte yandan filmdeki ailenin kente uyumsuzluklarının yegane sebebi akıllı hareket edememeleri değil, aynı zamanda ahlaken de bir çöküş içindeler. Fevri ve akılsız hareketleri ile elindeki işi tutmakatan aciz bir baba ile karı-kız peşinde koşmaktan önlerini göremeyen oğullarının mevzu kızkardeşleri olunca ahlak kumkuması kesilmekten geri duramadıkları bir yapılanma bunlarınki. Zaten taşradayken de çok işlevsel değillerdi muhtemelen, ahlaksızlıklarını açığa çıkaracak bir ortamları yoktu sadece, büyük şehre gelir gelmez her biri bu imkanı yakalıyor ve cozutuyorlar. Hal böyleyken Baradan'ın karakterini bunlardan ayrıksı kılan özelliği ahlaki seviyesi değil uyanıklığı oluyor sadece. Son not olarak; tıpkı bugün olduğu gibi 60 sene önce de göç dalgası karşısında kentllilerin çözümü dış göçte aradıklarını görmek de bir başka ilginç nokta filme dair.


Halit Refiğ sinemacılığı ve senaristliği itibariyle çağdaşlarının gerisinde kalmış belli ki ama Çetin Gürtop'un kamerasından güzel ve artık bir hayli nostaljik hale gelmiş İstanbul manzaraları sunmayı başarıyor, finalde Arkın ile Gürsu arasında gerçekleşen çatıdaki kavga sahnesi de mekan seçimi ile bir hayli gerici olmayı başarıyor. Aynı zamanda sinemamıza Cüneyt Arkın'ın kazandırmasının yanı sıra Filiz Akın ve Sevda Ferdağ'ın ilk göze battığı filmlerden biri olması itibariyle de önemli. Gene de çok da bir beklentiye girmeden izlenmeli.