Vin Diesel "Saving Private Ryan"la ilk dikkat çekici rolünü aldıysa da esas çıkışını iki yıl sonra "Pitch Black" ile gerçekleştirmişti. Akabinde peş peşe gelen "The Fast and The Furious" ve "XXX"in gişe başarıları sayesinde kendini bir anda bir aksiyon starı olarak bulan Diesel, bu üçlünün arasında bir tek "Pitch Black"in devam filminde yer almayı kabul etmiş, diğer ikisinin devam filmlerinde ise sadece yapımcı pozisyonunda yer almıştı. Kariyerine aynı zamanda bir yazar&yönetmen olarak da başlamış birisi olarak muhtemelen filmografisinin birbirine benzer filmlerden oluşmasını istemedi herhalde, zaten o zamanlar da franchise kavramı da tam olarak oturmamıştı Hollywood kültüründe. Gel gör ki bunlara alternatif olarak seçtiği "A Man Apart", "The Pacifier", "Find Me Guilty" ve "Babylon A.D." gibi filmler çeşitli nedenlerle istenilen finansal ya da eleştirel başarıları gösteremeyince "F&F"in dördüncüsüyle kendini yeniden var etmeyi seçti denebilir Diesel için. "Fast Five" ile birlikte 10 yıllık bir seriyi global bir gişe canavarına dönüştürdükten sonra da bir daha arkasına bakmayan aktör/yapımcı zamanında burun kıvırdığı materyalleri de tekrar masasına getirip yeni franchiselar oluşturma işlerine bile girdi. Bu minvaldeki ilk denemesi "F&F" filmlerinin arasına sıkıştırdığı "Riddick" olurken ikincisi de bu film oldu.
Serinin ikinci filmini izlemişliğim yok, ilkini seyrettiğimin üzerinden de uzun zaman geçti. Dolayısıyla karaktere ve konuya dair çok bir şey hatırlamıyorum. Genel seyircinin de benle aynı konumda olduğunu varsaymış heralde film ekibi, ilk filmden Samuel L.Jackson dışında başka bir öge taşımamayı tercih etmişler ki o da tez vakitte piyasadan çekiliyor zaten. Filmin hikayesi biraz burdan ilerlese de özünde klasik bir "çok işlevli bir zamazingo var ve bu kötü adamların eline geçmeden biz almalıyız yoğsam çok kötü şeyler olur" klişesi üzerine kurulu. Burada iyi adam Toni Colette nezdindeki Amerikan hükümeti, kötü adam da başında Donnie Yen'in olduğu ajan eskisi grup. Diesel'ın XXX'i de bunlarla baş edebilsin diye göreve geri çağrılıyor zaten ama "F&F" filmlerinden öğrendiklerini buraya da aktarmaktan geri durmayan etrafını bir dolu yıldız isimle doldurup hem yükünü hafifletiyor hem de filmin izleyici kitlesini genişletiyor çakal. Yen'in takımında Tony Jaa ve Michael Bisping'in yanı sıra herhalde femme fatale pozisyonunu doldursun diye yerleştirilmiş bir Deepika Padukone de var. Yani Vin'in çanına ot tıkayabilecek güçteler. Bu durumda Vin ne yapıyor, o da kendi ekibini talep ediyor tabi. Bir adet dişi sniper, bir adet çeşitli vasıtaları bir yerlere çarpıp akabinde sağ çıkabilme süpergücüne sahip görünen dublör eskisi Sandor Clegane,bir adet de yegane işlevi DJ'lik gibi görünen çinli bir arkadaş. Sniper dışındakileri tehlikeli yapan şeyin tam olarak ne olduğunu film boyunca sorgulamanız mümkün zira tam olarak yukarıda yazdığım şeyleri yaptıkları bir iki sahne dışında hiç bir vasıfları yok gördüğümüz kadarıyla. Ama Vin seçtiyse bir bildiği vardır deyip çok da kafa yormamızı talep ediyor film.
Anlaşılacağı üzere senaryo "xXxIII"ü yapanların önceliklerinden değil. Hadi Deepika'nın bir oyunculuk geçmişi var ve her ne kadar gerek narin fiziği gerekse de fazla idealist karakterizasyonuyla hiç bir şekilde hardcore bir ajan olarak inandırıcı olamasa da iyi kötü rolünü satmayı beceriyor. Memleketinde ünlü bir popçu olup iki yıl önce tecavüz suçundan 13 yıl hapse mahkum edildiğini öğrendiğimiz Çinli elemanın böyle bir kifayeti de yok maalesef. Gene de her bir karakterin coolluk abidesi olarak sunulmasına azami gayret gösterilmiş. Herkes bir kasım kasım kasılıyor, herkese illa bir iki oneliner bahşedilmiş falan. Burada sorun şu ki herkesin cool olduğu bir ortamda hiç kimse cool olamıyor maalesef, dolayısıyla bir grup kasıntı tipin dalaşmasını izliyor oluyoruz. Sandor ile Nina Dobrev'in inek karakteri ile biraz bu durumu dengelenmeye çalışılmış ama muvaffak olunamamış. Diesel burada Dominic Toretto'nun espri yapmaya çalışan versiyonu tam olarak.Kariyerine yazar yönetmen olarak başlamış bir adamın işinin starlık boyutunu bu denli benimsediğinde geldiği noktayı görmek ilginç. Yani bunu tümüyle bir eleştiri olarak belirtmiyorum ama yazıp yönettiği ilk filmiyle Cannes'a seçilmeyi başarmış, akabinde Lumet, Spielberg gibi yönetmenlerle çalışmış genç aktörle bu adam arasında paralellik kurmak da zor biraz.
"xXxIII" bol miktarda komik olmak için uğraşıp muvaffak olmanın yanına bile yaklaşamayan kötü espri denemesi ve kısa aralıklarla birbirini takip eden birçok aksiyon sahnesi içeriyor ki parlamayı başardığı kısım da burası. Yönetmen D.J.Caruso'ya "Eagle Eye"dan ileri gelen bir hüsnü zannım vardı zati, bu filmle birlikte bu kanaatim pekişmiş oldu. Sektörün en kifayetli aksiyon yönetmenlerinden olmasa da bu iki film nezdinde konuşursak janra belli bir teşneliği ve hayranlığı olduğu aşikar. Bu vesileyle en iyi çalışabileceği ekibi etrafına toplayıp yetenekli oyuncu kadrosunun da yardımıyla benzerlerinden sıyrılabilecek ustalıkta kotarılmış bir çok sahneyi koyabilmiş filmine. Hikayenin son ayağında yer alan twistler filmi zenginleştirip senaryonun klişeliğine bir nebze tazelik dozajı kazandırmayı başarmış. Her ne kadar çok bayılmasam da Ice Cube'un belirişi de cool bir eklenti.
Kariyerinin orta bölümünü saymazsak "Rogue One"dan sonra Donnie Yen'in ABD menşeli ikinci filmi "xXxIII" ve bu sefer kendisinden azami şekilde faydalanılmaya yeltenilmekle kalınmamış, bu başarılmış. CIA HQ'ye pencereden daldığı bölüm olsun finalde uçaktaki kapışma bölümü olsun birçok iyi tasarlanmış sahnede parlayacak alan verilmiş kendisine, birçok diyaloglu sahnesi de var. Boşuna filmin Çin afişlerinde Diesel'ın önüne çekilmemiş kendisi, hakikaten başabaş bir rolde kendisi. Keşke aynı özen dövüşçülük söz konusu olduğunda Yen'den geri kalmayacak olan Tony Jaa'ya da gösterilseymiş zira garip bir saç şekli edinip saçma dans hamleleri yapmak dışında hiç göze batan bir tarafı yok oynadığı karakterin. Dövüş filmleri fanı bir insan bu ikisinin bir arada olduğu bir filmden daha fazlasını bekliyor haliyle.
Bu sniperı oynayan Ruby Rose son yıllarda otta çöpte zırt pırt karşımıza çıkıyor olsa da olayı tam olarak nedir çözebilmiş değilim. Güzel desen değil, seksi desen ne gezer. Herhangi bir oyunculuk harikası ya da karizma kumkuması bir tarafı da yok,buna rağmen böyle çaplı projelerde kendine yer bulup duruyor. Padukone de her ne kadar sandığı kadar seksi ya da kickass olmayı başaramasa da güzel ve sempatik bir kadın, o yüzden izlemesi keyifli. Tabii Türkçe dublajla izlerseniz, zira ağır Hint aksanlı İngilizcesi kulak tırmalayabiliyor. Dobrev de sarsak karakteriyle filmi izlenebilir kılan ögelerden. Hakeza kısa ama öz ve bir o kadar da bikinili şekilde filmde zuhur eden Hermione Corfield de öyle. Ben kendisine hiç aşina değildim, bi film vesilesiyle de tanışmış olduk.
Neticede beklediğimden çok daha eğlenceli ve keyifli bir film çıktı "xXx: Return of Xander Cage", ne seriye ne de Diesel'ın kendisine karşı çok da fazla hüsnü zan beslemediğim göz önüne alınırsa üstelik. Bu tayfayı yanına alıp bir üçüncüsünü çekse hemen başına otururum yani, o derece. Gerçi aradan 6 sene geçti, olacak olsa şimdiye olurdu diye düşünüyor insan ama, bakalım.