Perşembe, Mart 16, 2023

The Unborn (2009) - David S. Goyer


David Goyer garip bir adam. Kariyerinde yazar olarak "Dark City", "Blade", "Batman Begins" gibi klasikler olan birisi ama yönetmenlik kariyerine gelince kalemi tutuluyor herhalde. Şahsen yönettiği ilk film olan "Blade Trinity"yi keyifle izleyen birkaç kişiden biriyim koca gezegende ama çoğunluğun yerin dibine vurduğu bir yapımdı o. Sonrasında herhangi bir ortamda zikredildiğini duymadığım bir film daha yönetmiş, üçüncüsü de bu "Unborn". Hepsi de 2'şer 3'er yıl arayla gösterime girmişler. Sanki içinde birşeyler yönetmeliyim kaşıntısı varmış da bünyesinden atmış, akabinde bir daha da bir şey yönetmemiş. Hepsinin gişede iki seksen yattığı düşünülürse stüdyolar yönetmesine izin vermemiş de olabilir. Fakat gene de ortada gerçekten bir kaşıntı varmış gibi alelacele yazılmış, sanki sektöre yeni giren birinin elinden çıkmış gibi duran senaryoları var yönettiği filmlerin. 


"The Unborn" o zamanlar daha henüz 20'lerinde olan, güzeller güzeli Odette Yustman'ın canlandırdığı üniversite öğrencisi Casey'nin hikayesi. Arada cebine üç beş kuruş girsin diye bakıcılık da yapmakta olan Casey, 4 yaşındaki bir veletin bebek kızkardeşinin gözüne aynayla ışık tutarken "Jumby doğmak istiyor" dediğine şahit oluyor bir gün. Müdahele etmek istediğinde oğlan Casey'yi gözünden yaralayınca doktorun yolunu tutuyor haliyle. Doktor genelde ikizlerde görülen gözlerin farklı renkte olması durumunun Casey'de de var olduğunu söylüyor. Bir ikizi olduğundan haberi olmayan Casey babasına nedir diye sorduğunda rahimdeyken erkek ikiz kardeşinin Casey'nin göbek bağının boynuna dolanması sebebiyle öldüğünü öğreniyor. İşin daha ilginci doğmayan çocuğu Jumby diye çağırdıklarını söylüyor peder bey, bunu duyunca Casey'in ödünde bir hareketlilik hasıl oluyor haliyle. Bu tırsma durumu kendisini uzun zamandır görüşmediği büyükannesinin kaldığı gotik huzur evine götürüyor. Babaanne zamanında toplama kampında kalmış ve erkek ikiz kardeşini kampta kaybetmiş. Sonra nasıl olduysa bu kardeş Dybuk diye bir iblis tarafında ele geçirilmiş ve sülaleye o zamandan beri musallatmış, Casey'nin annesi de buna kurban gitmiş. Babaanneden Dybuk'a dair öğrenebildiği herşeyi öğrenen Casey, Gary Oldman'ın canlandırdığı bir hahamın yardımına başvurarak bu tasalluttan kurtulmanın yollarını aramaya başlıyor. 


Filmin Casey'yi tırsıtmaya yönelik şeytani veletler, tekerlekli sandalyeye mahkum ihtiyarların exorcist gibi kafalarını 180 derece döndürmeleri, insan maskeli cehennem elçisi köpekler, kavanoz içindeki çürümüş fetüsler gibi imajlarla bezeli bölümleri fena değil aslında. Klişe korku filmlerini baz aldığımızda Goyer'in yönetmenliğinin vasatın üstüne geçmeye yeltendiği bir atmosferi var filmin makul bir süre boyunca. Asıl güçlü olması beklenecek yerden gol yiyor Goyer, yani senaryodan. Doğamamış bir fetüsün kötülük yapmak için hayata geçme çabasının, Auschwitz'deki Nazi deneyleriyle ibrani iblislerinin birbirine bulandığı çorba bir hikaye ortaya koyuyor, açıkladıkça açıklıyor Goyer seyirciye ki mantıklı görünsün. Nazilerle İbrani şeytanbilimine hafif dokundur, sonrasında korkutmana bak, ne kasıyorsun?


Yustman'la birlikte o dönem daha kariyerinin başında olan Meagan Good, Cam Gigandet ve Rachel Brosnahan'dan müteşekkil yeni yetme kadroyu Oldman, James Remar, Idris Elba, Carla Gugino gibi usta isimlerle dengelemeye çalışmış Goyer ama kadronun emektar kısmı senaryoyu gördükten sonra "sakalımızı alalım gidelim" tarzı bir performans sergilemişler bence. Zaten 23 yaşında bir Odette Yustman'ın iç çamaşırı ile bir sahnede de olsa arz-ı endam eylediği bir filmin çok da üstün bir oyunculuk gücüne ihtiyacı yok aslında, bu bile filme göz atmak için yeterli bir sebep. Tüm zamanların en başarılı posterlerinden birine sahip olduğunu hususunu da unutmamak lazım.


Filmin arkasındaki firma olan Michael Bay menşeli Platinum Dunes 2000'lerde remake ile kafayı bozmuş, ne kadar klasik korku filmi varsa hepsini yeniden çevirmeye yemin etmiş gibi sadece bu işe odaklanmış bir yapım firması idi. "The Unborn" özgün bir şey yapmaya yeltendikleri ilk film oldu ama ellerinde patlayınca uzunca bir süre tekrar yeltenmediler. Remake furyası bitince takkeyi önüne koyup kendini yenileyen Platinum akabinde "The Purge", "A Quiet Place" ve "Ouija" gibi beğenilen korku filmlerine destek atarak façayı düzeltti.