Perşembe, Kasım 02, 2023

Pain Hustlers


Demek sihirbazlar aleminden kurtarıldığında böyle işler de yapabiliyormuş David Yates (gerçi "Harry Potter"lar ile "Fantastic Beast"ler arasında yaptığı bir "Tarzan" var ama ondan ne kadar az bahsetsek o kadar iyi). Kendisinin "HP" öncesi televizyonda kaydadeğer işler yaptığını duymuştum ama o zamandan bu yana neredeyse hep aynı tarz filmler yaptığı için insan bu içerikte bir filmle bağdaştırmakta güçlük çekiyor.


"Pain Hustlers" internette birçok insanın da benzettiği üzere "The Wolf of The Wall Street"in ilaç sektörü versiyonu gibi birşey. Insys isimli bir ilaç firması çerçevesinde gerçekleşen olayları baz alan hikaye 2010'ların başlarında geçiyor. Dr. Neel'ın (Andy Garcia) kanser ağrıları için geliştirdiği bir ilaç büyükbaş ilaç firmaları yüzünden piyasaya girmekte zorlanıyor ve Neel'ın firma batmak üzere. Batmak üzere olan bir diğer kişi de hasta bir ergen kız annesi olan ve işleri hiç de rast gitmeyen Liza (Emily Blunt). Tam dibe vurmak üzereyken Neel'ın sağ kolu olan Pete (Chris Evans) ile yolları kesişen Liza şirketin satış temsilcisi olarak çalışmaya başlıyor. Başta işler hiç de iyi gitmiyor ve tam pes edecekken doktorun birine reçete yazdırmayı başarıyor Liza. Bu ufak başlangıcın başka cüretkar seçimlerle gerisi geliyor ve batmak üzere olan firma bir anda ilaç devlerinden birine dönüşüyor. Tabi artan refah düzeyi hırsı ve sefahati de beraberinde getiriyor ki o noktadan sonra işlerin sarpa sarması çok da uzun sürmüyor.


Para hırsı gözünü bürüyen şifacılar, bağımlılık yapıcı özelliklerini bile bile ilacın kanser dışındaki ağrılarda da  reçete edilmesinin önünü açıyorlar. Bunun neticesinde gerçekleşen ölümler ve akabinde Lisa'nın muzdarip kaldığı vicdan azabı ve pişmanlık hissiyatı "Pain Hustlers"ı "TWOTWS"den ayıran en belirgin özelliği. Gerçi Emily Blunt'ın özellikle son yarım saatteki performansı gereksiz derecede ağlak, lüzumundan fazla dramatik olmuş. Blunt gibi normalde dahlolduğu işlerin en göze çarpan yanlarından biri olan bir aktrisin buradaki zayıf halka olması garip bir durum ama belki de Yates'in kendisine verdiğine verdiği direktiflerden ileri gelen bir durum, bilemiyorum. Zayıf halka demişken "Expendables 4"teki performansı ile insanı "acaba bunama başlangıcında falan mı" gibi düşüncelere gark eden Andy Garcia burada da benzeri bir garabete imza atacakmış hissiyatı verse de hikaye ilerledikçe toparlamayı başarmış.


"Endgame" sonrası kariyerini genelde kalabalık kadrolu filmlerde antagonisti canlandırmak üzerine kuran Chris Evans burada da bir başka cepheden bakınca iyi görünen ama esasında dallamanın önde gideni bir tipe hayat veriyor. Evans gibi gerek görüntü gerekse de karizma babında film yıldızı kumaşına sahip bir aktörün kendini böyle geride tutmasında bence takdire şayan bir şeyler var ve Blunt'la uyumlu bir ikili oluşturmuşlar.


Blunt-Evans-Garcia üçlüsü karizmatik bir trio oluşturmuş olsalar da yan oyuncu kadrosu için aynı şeyi söylemek güç. "Betelgeuse"dan tanıyıp sevdiğimiz Catherine O'Hara bir hayli yaşlanmış ve bu yaşlanmışlığını insanın gözüne sokan bir görüntüye bürümüşler burada kendisini. Bu yılki "D&D" filminde Chris Pine'ın kızını oynayan çocuğa burada da kız evlat rolünü vermişler, Hollywood'da keşfedecek o kadar ergen yetenek varken üstelik. Woke kastingden muzdarip olma hali bu kızla kalmamış maalesef, Liza ve Pete'in oluşturduğu satış temsilcisi grubunu canlandıranlar alayı garabet tipler. Üstelik film bizden bunların adamın ayağını kesecek çekicilikte olduklarını inanmamızı bekliyor!


Bu tarz filmleri sanki bir dış ses ya da onun muadili bir araç olmaksızın anlatmak mümkün değilmiş gibi burada da sahte belgesel formatı tercih edilmiş ama hikayenin genel şeması içinde hiçbir yere oturmuyor bu seçim. Gerçek hikayenin kahramanları ile röportaj yapıp A sınıfı oyuncu kadrosunu sadece canlandırma olarak kullansa çok daha ilginç olabilirmiş mesela ama onu yapabilmek için daha az bir bütçe ve Michael Winterbottom gibi bir yönetmen lazım. Öte yandan, -ilk paragrafta da değindiğim üzere- Yates kendisinden beklemediğim ölçüde etkili bir şekilde hikayesini anlatmayı başarmış ve filmin üçte ikisi içinde seyircisini avucunda tutmayı başarıyor. Son perdede ipin ucunu biraz kaçırdığı söylenebilir; anlattığı hırs öyküsünün de bir gerçekçilikten uzak bir duygusallıkla bezeli olduğu ve geneli itibariyle çok da yeni ve özgün şeyler söylemediği de. Bunlara çok da takılınmadığı sürece keyifli bir seyirlik.