Çarşamba, Aralık 01, 2010

Harry Potter and the Deathly Hallows Part 1


Harry Potter filmleri bi "Lord Of The Rings" filmlerinin sahip olduğu sinemasal güce sahip olamadılar bugüne kadar. Chris Columbus'un yönettiği ilk film resmen çocuk filmiydi. İkincisi aslında gayet eli yüzü düzgün bi işti, çocuklara yönelik bi yapım için oldukça başarılı korku ve fantazya yüklü sahneler barındırıyordu, ama bu sefer de romana aşırı sadık olmakla eleştirildi. Alfonso Cuaron, "Prisoner of Azkaban" ile seriye eleştirel bi saygınlık getiren ilk yönetmen oldu. Hakikaten de stil sahibi bi yönetmenin elinden çıkma olduğu her karesinden belli olan nitelikli bir yapıttı bu. Mike Newell'ın elinden çıkma "Goblet fo Fire" öncülünün kalitesini taşımasa da bugün serinin yüz akı filmlerinden biri olma hüviyetini koruyor. "Order of the Phoenix"le birlikte seriyi devralan David Yates ilk denemesinde ortalama bi iş ortaya koymuş olsa da "Half Blood Prince" ile birlikte Harry Potter filmlerinin en iyisine imza attı. Kitabın çoğu hayranı bu filmi kitaba sadakatsizlikle eleştirse de yapımcılar da benle aynı fikirde olmalılar ki hikayenin son ayağının da Yates tarafından yönetilmesini uygun görmüşler. 
 

"Deathly Hallows"un ikiye bölünmesi kreatif bir karar gibi görünse de esas itibariyle ticari bi karar, neticede ineği iki kere sağmış olacaklar, ama kreatif süreci etkilemesi de kaçınılmaz tabii. Herşeyden önce kitabın fanlarını tatmin etme noktasında önemli bir hamle zira birçok ayrıntının dışarıda bırakılmasından dem vuruyorlardı, diğer uyarlamalara nispetle daha tafsilatlı bi yapıt bulmuşlardır heralde karşılarında. Kitabı okumamış benim gibi izleyiciler içinse o kadar isabetli bi seçim olmamış.  
 
"Deathly Hallows Part 1" son lafı başta söylemek pahasına belirtmek gerekirse tam olarak "Matrix Reloaded"la eşdeğer bir yapım. Fazla episodik bi yapısı var, devam filminden bağımsız, tekil olarak ayakta durabilen bi hüviyeti yok. Aslında gayet hoş ve davetkar bir girizgaha sahip "Part 1". Yaklaşan sıkıntılı günlerin habercisi o kasvetli atmosfer başarıyla seyirciye aktarılmış, Voldemort önderliğindeki toplantı sahnesi özellikle makul miktarda bi rahatsız edicilik dahi içeriyor. Çocuk filmi olarak başlayan, ergen filmi olarak devam eden, "Half Blood Prince"le gençlik filmine dönüşen serinin bu filmle yetişkinlere dönük bi havaya büründüğünü hissediyorsunuz. Bu noktada Alexandre Desplat imzalı müziklerin hakkını temsil etmek lazım, zira filmin bu karamsar tonunun seyirciye geçirilmesine birincil derecede etki etmiş gerçekten. Üstelik John Williams'ın o çocuksu tema müziğini bu filmde işitmemek de hoş bi değişiklik olmuş.

Film, muhtemelen ilk yarım saatine tekabül eden bu giriş bölümünün ardından tamamiyle bi yol filmine dönüşüyor ve temposunu kaybediyor. Bütünüyle sıkıcılık boyutuna vardığını söyleyemeyiz, sonuçta dikkat dağıtmadan hikayesini takip ettiriyor ama hikayenin yollarda geçen bu evresinin haddinden fazla uzun olduğu hissiyatına da ister istemez kapılıyorsunuz. Bütünüyle Harry-Hermione-Ron üçlüsü üstünden akan öyküye, arada bu üçlü arasındaki kişisel gerilimler vasıtasıyla belli miktarda ritm kazandırılsa da bi noktaya kadar işe yarıyor bu. Bi başka eksi puan da bu yol hikayesinin doyurucu olmayan bi finalle nihayete erdirilmesi. Yapımcılar öykünün ilk ayağını Dobby karakterinin ölümüyle noktalamayı uygun görmüşler ama beklenen etkiyi yaratmaktan uzak bi son olmuş bu. Farzı misal "LOTR"da Boromir'in ölümü ikinci kitabın başında gerçekleşir ama Peter Jackson ve şürekası bunu ilk filmin sonuna ekleyerek o şahane final bölümünün oluşumuna eşsiz bi katkıda bulunurlar. Kitabın okuyucusu olmadığım için çok net konuşamamakla beraber "Deathly Hallows Part 1"de de bu tarz bi rötuş eksikliği var gibi geldi bana. Artık bu noktada değerlendirme yapmak "Harry Potter"ın sadık hayran kitlesine düşmekte.


Neticede senenin merakla beklenen ve rahat izlenen filmlerinden biri. Fakat romanın yekpare biçimde uyarlanması sinemasal açıdan daha isabetli bi seçim olurmuş gibi duruyor.