Pazar, Aralık 19, 2010

The Walking Dead


Frank Darabont'un yapımcılığını yaptığı, yılın merakla beklenen sıfır km dizisi The Walking Dead, 6 bölümlük ilk sezonunu tamamladı. Gariban memleketimizde bir dizi her biri 100er dakkadan en aşağı 30 bölümle bir sezon tamamlarken adamlar 6 bölümle bu yıllık bu kadar diyebiliyorlar ki bu işin oluru da bu zaten, üçüncü dünya ülkesi miyiz neyiz?...

Aynı zamanda dizinin yapımcılarından olan Robert Kirkman'ın bizde de yayımlanan aynı adlı çizgi romanından uyarlama bir dizi "Walking Dead". Romanı okumadım, açık konuşmak gerekirse Darabont'un varlığı olmasa diziyi izleyeceğimi de zannetmiyorum. Twilight sonrası çığrından çıkan vampir manyaklığı gibi zombiler de son yıllarda haddinden fazla kullanılan motifler haline geldiler. Bu alt-türün hayranları için mutlu edici bir durum olsa gerek ama öte yandan da aşırı kullanım ister istemez özgün materyalin aşınmasına sebep oluyor. O sebepten şu an yaşayan en büyük sinemacılardan olduğunu düşündüğüm Darabont'a rağmen diziye baştan beri biraz mesafeliyim. Ayrıca, her ne kadar öyle çok sıkı film üreten bir isim olmasa da önceki işlerinin hayranı bir insan olarak, mesaisini televizyondan çok sinema ile harcamasını tercih ederim. Fakat görünen o ki, bir bölümünü bizzat yazıp yönettiği, geri kalan bölümlerde de ortak yazarlık ve yeniden yazımlar yaptığı ilk sezonun ardından ikinci sezonda da "showrunner" olarak görev yapmaya devam edecek. Yakın zamanda bir film projesi de görünmüyor zaten.


Dizi malum olduğu üzere, ne idüğü belirsiz bir salgının ardından ölülerin zombileştiği bir dünyayı anlatıyor. Hikayeyi seyircinin kolaylıkla özdeşleşmesi için tasarlanmış, klasik kahraman tipi polis memuru Rick üzerinden takip ediyoruz. Memleketin zıvanadan çıktığı süreyi kendisi hastanede yaralı olarak geçirdiği için biz de onun gibi sokakların zombi kaynadığı bir dünyaya uyanıyoruz. Özellikle Darabont'un bizzat yazıp yönettiği pilot bölüm, feci şekilde 28 Days Later esintili duruyor. Gerçi zombi furyasının fitilini ateşleyen bu filmin ardındakileri etkilememesi kaçınılmaz ama insan gene de biraz daha özgün bişeyler bekliyor. Walking Dead'de gölgesi hissedilen figürlerden biri de Lost, zira 28 Days Later zombiler için neyse, Lost da amerikan dizileri için o. İlerleyen bölümlerde Rick'in hayatta kalan diğer insanlarla karşılaşması ve onlar vesilesiyle kaybettiği ailesine ulaşması neticesinde beraber oturan kalkan, beraber hayatta kalmaya çalışan bir grup ortaya çıkıyor.


Açıkçası altı bölüm, uyarlanan metin hakkında fikir sahibi olmayışımız da eklenince, ne karakterlere çok ısınmaya, ne de hikayenin akışı hakkında fikir sahibi olmaya pek de yeterli değil. Bir parça aile draması, bi tutam yasak aşk acısı falan gibisinden soslar, öbür taraftan da post-apokaliptik olay örgüsü derken hikaye nereye varacak görmek için ikinci sezonu beklemek gerekecek. Bana göre amerikalıların en iyi becerdiği şeylerden biri olan dialog yazımı bu dizi için aynı ölçüde başarılı değil, yer yer çok edebi kaçıyor. Çok iyi bir film olmasına rağmen Darabont'un The Mist'i de benzer bir sorundan muzdaripti. Oyunculuklar da bu durumdan etkilenmiş görünüyor, fazla dramatize bir ton tutturulmuş.


Dizinin olumlu taraflarından birisi yapım tasarımı. Issız devasa caddeleri, terkedilmiş şehirleriyle kıyamet sonrası dünya başarıyla tasvir edilmiş, gene orjinal değil, ama ideal. 16 mm ile çekilen dizide kasti olarak çok canlı renklerden kaçınılmış, ıssızlık hissini vermek için yapılmış bilinçli bir tercihtir herhalde ama insandan arınmış metruk metropollerin vadettiği görselliği verebilmekten de uzak kalmış. Dizideki genel yönetmenlik seviyesi de ortalama zaten. Sadece ikinci bölümün sonundaki şehirden kaçış sahnesi ortalamanın baya üzerindeydi, Michelle MacLaren tarafından çekilmiş. Final bölümü de diğerlerinden öne çıkan bir episod, bu bölümde özellikle Bear McCreary imzalı müzikler dikkat çekiyor.

Oyuncuların bazıları daha önceden Darabont'la çalışmış isimler; Laurie Holden, Jeffrey DeMunn,Melissa McBride. Rick Grimes karakterini de başlarda Thomas Jane'in canlandırması planlanıyormuş ama olmamış, gene önümüzdeki sezon konuk oyuncu olarak yer alması muhtemel. Ondan rolü kapmayı başaran Andrew Lincoln yerinde bir seçim olmuş. Sarah Wayne-Callies'i de Prison Break sonrası tekrar izlemek keyifliydi. Kast içinde izlemesi en keyif veren isimler Emma Bell, Andrew Rothenberg ve Norman Reedus idi, bunlardan ilk ikisinin karakterleri öldü. Reedus ise dizinin kötü çocuk kontenjanını doldurmakta başarılı, ikinci sezonda kendisi üstüne biraz daha eğilirler diye umuyoruz.

Zombi figürünün korku türüne ait bir öğe olması hasebiyle Walking Dead'i de aynı türde bir dizi kabul edebiliriz herhalde. Fakat işin korkutma kısmında çok da başarılı oldukları söylenemez. Yer yer bazı sahnelerde gerilimi iyi ayarlamayı başarmışlar ama zombilerin hantal hareket etmesi yönündeki tercih isabetsiz olmuş. 28 Days Later'ın bana göre yaptığı en büyük devrim buydu, birilerini diri diri yemek için tazı gibi koşan zombileri izlerken ister istemez geriliyordunuz çünkü kaçan kişinin yakalanma şansı yüzde elliydi. Walking Dead'deki ölüler insanda bu hissi uyandıramıyorlar. Öte yandan yapımcıların haklarını teslim etmek lazım, işin gore kısmında ellerini korkak alıştırmamışlar, kopan organlar,kan vs. gırla gidiyor. Dizinin giriş sahnesinin de çocuk bir zombiyle yapılması cüretkar bir hamle olmuş.


The Walking Dead geçtiğimiz günlerde Darabont'un yazar kadrosunu kovduğu haberleriyle de gündeme geldi. Sonradan diğer yapımcılar yazar kadrosundaki isimlerin diğer projelerine yoğunlaşmak için ayrıldıkları yönünde açıklamalar yaptılar. Söylenenlere bakılırsa ikinci sezonda Darabont freelance yazarlarla çalışacakmış. 13 bölümden oluşacak bu yeni sezon nasıl bir niteliğe sahip olacak bekleyip göreceğiz. Açıkçası çok da hasretle beklediğim bi hadise değil ikinci sezonun başlaması. Fakat bazı diziler asıl olarak ikinci sezonlarıyla seyircilerini bağlamayı beceriyorlar (bkz. Supernatural), dolayısıyla önümüzdeki yıl zıpkın gibi bir yapımla da karşılaşabiliriz. 6 bölüm bir sezon için çok yetersiz bir sayı zaten, çizgi romanın halihazırda varolan takipçileri, iyi yürütülen tanıtım kampanyası ve Darabont'un ismi olmasa o yüksek reytinglere ulaşması pek de olası değildi. Asıl numaralrı neymiş önümüzdeki yıl göreceğiz.