Cumartesi, Şubat 12, 2011

Conviction


Hukuk dersinden ve mevzuat işlerinden zerre hazzeden bir adam olmasam da Hollywood mahsülü mahkeme filmleri benim için favori türlerden biri olagelmiştir hep. Çocukluğumda izlediğim A Few Good Men'in üzerimdeki silinmez etkilerinden biri de bu oldu heralde. Gene o dönemlerde izlediğim ve hayran kaldığım filmlerden biri olan Ghost'un kötü adamı Kyle'ı canlandırmış Tony Goldwyn'in yönetmenliğini yaptığı Conviction da bahsini ettiğimiz tarzda bir mahkeme filmi ama türdaşlarından ayrıldığı temel nokta gerçekten yaşanmış bir olayı konu edinmesi.


Haksız yere mahkum edildiğine inandığı kardeşi Kenny'yi hapisten kurtarmak için ilerlemiş yaşına bakmayıp hukuk fakültesini bitirerek kardeşinin avukatlığını üstlenen Betty Anne Waters'ın 19 yıllık mücadelesini konu ediniyor Conviction. Saplantı derecesindeki bu uğraşı süresince evliliğini bitirmek durumunda kalan, bir yandan bir barda çalışıp bir yandan iki çocuk yetiştiren Waters'ın hikayesi yalın haliyle bile son derece etkileyici. Bunu aynı ölçüde etkileyici bir filme çevirmek çok zor olmasa da Goldwyn'nin bu noktadaki performansı vasatın biraz üstünde. Yönetmenlikte çaylak bir isim değil Goldwyn. Kardeşinin yapımcılığını üstlendiği Dexter başta gelmek üzere birçok televizyon dizisinde çalışmışlığı var, ayrıca bu üçüncü uzun metrajı. Buna rağmen yönetmen olarak biraz yavan bir tarzı var, elindeki materyalin gücünün farkında ama fazlasıyla buna teslim etmiş kendini. Seyirciyi manipüle etmekten uzak durup mevzuyu sade bir şekilde seyirciye aktarma düşüncesiyle hareket etmiş olabilir ama bunun yeri daha ziyade belgesel film türü, kurmaca değil. Dramaturjinin temel unsurlarından biri olan seyircinin karakterle özdeşleşmesini sağlama hususu başlı başına bi manipülasyon aslında. Bu noktada bir başka gerçek yaşam öyküsü olan Denzel Washington'ın başrolünü üstlendiği Norman Jewison filmi Hurricane ideal bir örnek olarak akla geliyor ister istemez. 


Öte yandan Conviction akıcı ve sürükleyici bir film olarak seyircisini yakalamayı da biliyor. İki kardeşin çocukluklarına uzanan aralarındaki güçlü bağı resmeden geri dönüşler her ne kadar filmin ritmini biraz zedelese de duygusal altyapıyı güçlendirmesi bakımından yerinde sahneler. Bir davayı hikaye edinmesine rağmen mahkeme salonlarında çok gezinmeyen film, çoğunlukla Betty Anne karakterinin üzerine yoğunlaşıyor, erkek kardeşi ve diğer karakterleri sadece Betty ile olan münasebetleri çerçevesinde tanıyabiliyoruz. Anlaşılabilir bir tercih olmakla birlikte diğer karakterlere de tekil olarak biraz vakit ayrılabilirdi gibi geliyor. Kariyeri aldığı iki Oscar ödülünü saymazsak(!) pek matah bir filmogrofiden oluşmayan Hillary Swank, şahsen çok beğendiğim bir oyuncu değil ama burdaki rolünün hakkını verdiği söylenebilir. Kendi kuşağının en iyi aktörlerinden olan Sam Rockwell ise, bi kez daha izleyiciyi şaşırtmayı biliyor. İyi, kötü, manyak ve ya aklıselim her tür rolün altından kalkabilecek bi oyunculuk gücüne sahip olan aktör, bu hususiyetini bir kez daha kanıtlamış. Filmin asıl yıldızı ise Minnie Driver. Herşeyiyle sempatik olsun diye tasarlanmış karakterini müthiş bir sevimlilikle perdeye taşıyan aktris, filmi taşıyan öğelerden.

Ülkemiz sinemalarında bu ay içinde gösterime girmesi beklenen Conviction, geride bıraktığımız yılın bahse değer filmlerinden biri. Kusurları yok değil ama son tahlilde görülmeyi hakeden, nitelikli bir yapıt..


Betty Anne Waters ve kardeşi mahkemeden çıkarken... Kenneth Waters serbest kaldıktan 6 ay sonra beyin travması sonucunu hayatını kaybetmiş.