Cumartesi, Mayıs 28, 2011

True Grit


"True Grit"in Coen'lerin iyi filmlerinden biri kabul edilse en iyilerinden biri olarak görülmediğini söylemek mümkün. Bu yılın oscarlarında 10 dalda aday gösterilmiş olsa da tek bir tanesini bile kazanamayarak tarihe geçtiğini de düşünürsek filmin biraz gereğinden fazla göğe çıkarıldığının akademi üyelerinin de gözünden kaçmadığı aşikar. Öte yandan Coen'lerin kariyerlerinin bugüne kadar en iyi gişe yapan filmi buymuş ki o da ayrı konu.


60'larda başrolünde John Wayne'nin yer aldığı bir uyarlaması halihazırda mevcut bulunan bir romanın Coen'ler tarafından yeniden uyarlanmış versiyonu "True Grit". Ne o film ne de roman hakkında bir fikrim olmadığı için kıyas yapamıyorum haliyle. 14 yaşındaki Mattie babasının katilini yakalaması için Rooster diye birini kiralıyor ve yanında takılmaktan da geri almıyor bu süreçte. Halihazırda aynı adamın peşinde olan LeBoeuf da gruba eklenince üçlü birlikte bir yolculuğa başlıyorlar. Atlar sürülüyor, birileri vuruluyor, amaca ulaşılıyor ve film bitiyor.


14 yaşındaki aktris Hailee Steinfeld filmin en öne çıkan özelliklerinden biri haline geldi. Daha önce bir iki kısa film hariç ilk sinema tecrübesinde gerçekten parlak bir performans sergilemiş genç oyuncu, buna şüphe yok. Öte yandan oynadığı karakter böyle büyümüş de küçülmüş ciddiyet kumkuması gibi bir şey, oyuncunun tüm gayretlerine rağmen çok da sempatik bir tarafı yok açıkçası. Onun karşısında ne dediğini anlamak için altyazının şart olduğu bir konuşma tarzı benimsemiş bir Jeff Bridges, artık John Wayne'den geri kalmamak istediğinden midir nedir, eğlenceli olsa da biraz abartılı bir oyunculuk sergiliyor. LeBeouf'u canlandıran Matt Damon kastın içinde en sempatik ve seyircide bir iz bırakmayı en çok başaran aktör. Kısa süre gözükmelerine rağmen Josh Brolin ve Barry Pepper da rollerinin hakkını veriyorlar.


Coen sinemasına çok aşina olmasam da ilginç ve orjinal diyaloglar yazma konusunda bir uzmanlıkları var belli. Öte yandan yazılanlara bakılırsa filmdeki bir çok diyalog uyarlandığı kitaptan direk alınmaymış, çok müdahele etmemiş ikili senaryoya aktarırken. Romana olan hayranlıkları aşikar olan biraderler metne sonuna kadar sadık kalıp herşeyiyle geleneksel bir western yapmanın peşindeler. Türün kendisine dair bir yorum getirelim, değişik açılardan bakalım vesaire gibi bir dertleri varmış gibi görünmüyor, muhtemelen izleyerek büyüdükleri filmlere benzer bir şey yapmak istediler ve yaptılar.


Yapım kalitesi üst düzey, bütçeye harcanan her biri kuruşu ekranda görmek mümkün. Roger Deakins'in görüntü çalışması on numara. Carter Burwell'in müziklerini şahsen beğenmesem de filmin geneline uyumlu oldukları tartışmasız. Tüm bu bileşenlerine rağmen iyi olmanın ötesine geçebilen bir film değil "True Grit". Bir kere izledikten sonra bir daha tekrar görme isteği uyandırması pek olası değil. Öte yandan vahşi batıda yaşılı başlı da olsa vurduğunu düşüren, Mattie'nin ifadesiyle "true grit"e sahip karakterlerin olduğu hikayeler bir şekilde ilgi toplamayı başarıyorlar, film gişe başarısını buna borçlu belki de.