Çarşamba, Eylül 26, 2018

TB20: Godzilla - Roland Emmerich


Roland Emmerich'in "Godzilla"sı çoğu kimsenin hatırlamadığı, hatırlayanların da hayırla yad etmediği bir film. Filmin kendini sevdirmek için çok da uğraşmadığını düşününce bu durumun pek şaşkınlık uyandıran bir tarafı yok. "Godzilla", Japonların atom bombasına yönelik travmalarının bir dışa vurumu olan, 50'li yıllardan bu yana çekilen sayısız filmle belli bir miras oluşturmuş bir figür. Terazinin diğer tarafında ise Roland Emmerich var, "Independence Day" ile tüm zamanların gişe rekorunu alt üst etmiş bir filme imza attıktan sonra her stüdyonun eline tüm imkanları vermekten imtina etmeyeceği bir isim. Sorun şu ki Emmerich'in Godzilla kültüne karşı en ufak bir ilgisi yok ve kendisine sunulan teklife evet dediğindeki temel şartı Godzilla'yı sıfırdan yeniden tasarlamak. 

 
"Godzilla"nın bu güne kadarki kötü şöhretinin en temel noktası bu radikal karar oldu zira serinin hayranları bu filmde yer alan canavarı külliyatın bir parçası bile görmeyi reddettiler. Kendi deyimleriyle bu "tuna eating piece of shit"in Gojira'ları ile uzaktan yakından alakası yoktu, bu yüzden kendisine GINO(Godzilla in name only) ya da Zilla diyorlar. Emmerich'le Devlin'in radikal değişimleri burayla da sınırlı kalmamıştı. Dünya tarihinde atom bombasını kullanan yegane ülke ABD olmasına rağmen bu filmde Godzilla'nın yaratılma sebebi Fransızların yaptığı nükleer deneyler olarak gösterilmişti. Emmerich'in bu cüretkarlığında dönemin dünya düzeninin payını yadsımak mümkün olmasa da- ne de olsa 1998'den bahsediyoruz, soğuk savaş biteli yıllar olmuş ve ufukta 11 eylül'ün esamesinin olmadığı, ABD'nin kendisini dünyanın zirvesinde hissettiği zamanlar- kendisinin bir Alman olarak kraldan çok kralcı kesilebildiğini "Independence Day"deki 4 temmuz sahnesini izleyen herkes bilir. 20 yıl önce sinemada izlediğimde de beni rahatsız eden filmin bu özelliği hala aynı vıcık vıcıklığını muhafaza ediyor. Filmlerdeki mantıksızlıklara çok takılan birisi olmasam da gökdelen ebatlı bir yaratığın şehrin kanalizasyonunda kaybolması gibi hikayedeki akla ziyan detaylar da filmin kötü şöhretinin üzerine tuz biber ekiyor.


Diğer taraftan son yıllarda çıkan "Jurassic World", "Pacific Rim", 2014 model "Godzilla" gibi bir çok canavar filmini izlemiş biri olarak bunlara nispetle Emmerich'in filminin çok daha eğlenceli olduğunu da söylemem lazım. Bir kere Emmerich'in Godzilla fikri mülküne olan küçümser ve kayıtsız tavrından herhalde, kendini zerre ciddiye alan bir film değil. Serinin hayranlarının gücüne gitse de mevzu radyasyonla devasalaşmış bir kertenkele olunca filme en uygun ton da bu bence, yukarıda saydığımız çoğu canavar filminin sahip olmadığı bir erdem bu. Filmin eski usul görselliği de şimdinin CGI şovlarına on basar. Filmin başından sonuna dinmeyen yağmur dolu şahane atmosferi özellikle canavarın şehre kafa göz daldığı sahnelere müthiş gidiyor. Efektleri de dönemine göre gayet iyi ve hiç sırıtmıyor. Görsellik eskiden Emmerich'in çok iyi becerdiği bir şeydi, 2 yıl önceki "ID:Resurgence" faciasına bakılırsa kendisinin zamanla yitirdiği bir nitelik bu. Filmin Matthew Broderick, Maria Pitillo, Kevin Dunn, Jean Reno ve "Simpsons"ın seslendirme kadrosundan (Hank Azaria,Harry Shearer, Nancy Cartwright) müteşekkil kastı da ne tarz bir filmde yer aldıklarının gayet farkındalar ve bunun keyfini çıkarır bir halleri de var. Filme seyre yeltenen birinin de yapması gereken tam olarak bu, bir canavar filmi izlediğinin farkında olup tadını çıkarmak