Geçen yıl sonu değerlendirmesinde "The Nineties"den sonra 2000'lere eğilen bir serinin gelmeyeceği öngörüsünde bulunmuştum ama yanılmışım; Tom Hanks ve Gary Goetzman ikilisinin kurucusu olduğu Playtone, üzerinden çok da vakit geçmedi falan demeyip kolları sıvamış ve "The 2000s"ı önümüze koymuşlar. Aynı zamanda Mayıs sonunda "1968:The Year That Changed America" isimli 4 bölümlük bir seriyle gene CNN'de boy göstermişlerdi. Tarihi belgeselcilik konusunda iddialı bir ekip olduğu kesin, her ne kadar bu yılki işleri geçmiş yapımlarının kalitesine ulaşamasa da...
Format itibariyle serinin öncüllerinden bir farkı yok. Gene ilk bölüm mevzu bahis 10 yılın televizyonculuğuna ayrılmış; "The Platinum Age of Television". 2000'lerde izlediğimiz dizileri bir zirve olarak gelen ve o dönemin kreatif patlamasına tanık olma şansına erişmiş birisi olarak bu bölüm dizinin en keyifle izlediğim bölümü oldu muhtemelen ki diğer serilerde o dönemin dizilerine çok aşina olmadığım için ilk bölümleri hep es geçmiştim çoğunlukla. Hoş, dönemin bence bir çok kalbur üstü dizisine ya hiç değinilmez ya da üstün körü bahsedilirken, Playtone'un elinden çıkma "John Adams" gibi çok da namı duyulmamış yapımlara rast gelmek yada dönemin reality programlarının gelişimine maruz kalmak gibi durumlar yaşamış olsam da gene de keyifliydi televizyonculuğun altın çağını yadetmek.
7 bölümden müteşekkil serinin 3 bölümü dönemin başkanlarına, daha doğrusu başkanlık dönemlerine eğilirken aynı zamanda 2000'ler ABD politik yaşantısına da ayna tutmuş oluyor. Bunları daha kompres bir biçimde bir bölüme sığdırıp başka mevzular üstüne eğilen episodlar çıkarmalarını yeğlerdim şahsen, fazla politika ağırlıklı olmuş seri. 3 ay önceki "1968"in de temel sorunu buydu; böylesine dönüşümlerle dolu bir yıla dair sadece politik arena, başkanlık yarışı, iki parti arası çekişmeler ve suikastlerle sınırlı kalarak potansiyelini değerlendiremeyen bir seri olmuştu. "The 2000s"in politika bölümleri neyse ki dönemin olaylarının global boyutu itibariyle aynı sıkıcılıktan muzdarip değiller. "Mission Accomplished" Bush'un Al Gore'a karşı ilk seçimini kazanışı, daha koltuğun tadına varamadan patlak veren 11 Eylül hadisesi ve akabinde gelen Teröre Karşı Savaş hadiselerinin ele alındığı bir bölüm. Ben 11 Eylül'e biraz daha yer verilerek bir nevi anma bölümüne de dönüştürürler diye bekliyordum ama daha kısa değindiler. "Quagmire: Bush's Second Term", adı üstünde Bush'un ikinci dönemine damga vuran Irak'taki savaş sonrası iç kaosa, Katrina kasırgasına ve son olarak 2008 ekonomik krizine değiniyor. Bu iki bölümü izledikten sonra adamın başkanlığının bir hayli fırtınalı geçtiğini idrak edip, hatırlandığı kadar şapşal bir herif değilmiş galiba diye düşünmemizi istiyor yapımcılar. Diğer taraftan 40'ar dakikalık iki bölümle koca bir 8 yılın portresinin çıkarılamayacağı da aşikar,dolayısıyla bir çok meselenin üzerinden bir fırça darbesiyle geçiliyor, ama genel anlamda hafıza tazeleyen bölümler. Politik episodlardan sonuncusu Obama'nın iktidara gelişini ve bir nevi 8 yıl sonra Trump'un seçilmesinin temellerinin nasıl oluştuğunu anlatan "Yes We Can".
"The iDecade" 2000'lerde internetin yaşadığı ve yaşattığı dönüşümleri, sosyal medyanın nasıl belirip palazlandığını, dönemin belli başlı teknolojik dönüm noktaları üzerinden işleyen bir episod. Çok teknoloji delisi bir adam olmasam da tekno bağımlılığımızın nasıl zuhur ettiğini gözlemlemek adına faydalı bir deneyimdi. "The Financial Crisis", adı üstünde yaşanan krizin öncesini ve sonrasını ele alan bir bölüm. Gene formata uygun olarak son bölüm dönemin müzik dünyasına ayrılmış. Cd'lerin yavaşca tarih sahnesinden silinerek download etmenin yaygınlaşması, hiphopun yükselişi vs.nin işlendiği "I Want My MP3" rock ve metal tutkunlarına kesinlikle hitap etmiyor ama tahammülfersa da değil. Bu bölümle birlikte CNN'in Decades serisine veda ediyoruz diyebiliriz herhalde, seneye 2010'ların ilk 5 senesini anlatmak gibi bir niyetleri yoksa şayet. Geride kalan 39 bölüm sonrası eksik ve gediklerine rağmen hem öğretici hem de keyif verici bir deneyim yaşattıkları için hem yapımcı ekibin hem de CNN'in hakkını teslim etmek lazım. Benzeri kalite ve içerikte işlerle tekrar karşımıza çıkarlar diye umuyorum.