Çarşamba, Temmuz 05, 2023

Amnesia: The Bunker


İlk Amnesia oyununu beğenerek oynamış olsam da geliştirici firma Frictional Games'in yaptığı diğer oyunların bir türlü içine girmeyi başaramadım. Birçoklarınca övülmelere doyulamamış "SOMA"yı iki kere oynamaya yeltenip biraz ilerleyince sıkılarak bırakmışlığım var. "Amnesia: The Bunker"ın selefi olan "Amnesia: Rebirth"ü niye yarıda bıraktığımı hatırlamıyorum bile. O yüzden hep ilgimi çeken içeriklerden oyun çıkartmalarıyla takdirimi kazanan bu ekiple bozulan ilişkimi düzeltmek için bir fırsat olarak dört gözle beklemiştim "Bunker"ı. Heyhat, makus talih gene değişmedi.


Birinci Dünya savaşı fonunda başlayan oyun, yaralı bir fransız askerinin girdiği komadan uyandıktan sonra sığınakta kimsenin kalmadığını farketmesiyle başlıyor. Sağda solda bulduğumuz notlardan bu sessizliğin sebebinin askerlere musallat olan bir yaratık olduğunu, bu yaratık dışarı sarkmasın diye de sığınağın ağzının bomba ile kapatıldığını öğreniyoruz. Önce hırlamaları ile müşerref olduğumuz, çok geçmeden yüzyüze de tanışma imkanı yakaladığımız bu mahlukatla birlikte mahsur kaldığımız bu mahzenden çıkmaya çalışırken mevzunun bir önceki "Amnesia" oyununun yanı sıra bu oyunun başında karakterimizin yaralandığı hadise ile de yakınen ilintili olduğunu öğreniyoruz oyun ilerledikçe. 


Tabii ilerleyebilirseniz. Zaten hikaye çok öncelikli bir faktör değil "Bunker" için, gıdım gıdım ilerlerken güç bela kendimiz çıkarımlıyoruz bu yazdıklarımı. Frictional Games hem klostrofobik bir ortama oyuncuyu hapsedip stres yaptıralım, aynı zamanda level tasarımına da ekstra fon aktarmak zorunda kalmayalım diyerekten bir taşla iki kuş vurmayı hedeflemiş. Jeneratörün olduğu bir odadaki kandili yakarak oyunu save yapma imkanınız var, oyun ilerledikçe birkaç noktada daha varmış bunlardan ama ben keşfedemedim açıkçası. Belli odaları dolaşıp dolaşıp tekrar buraya gelerek save yapma durumunda kalma oyunun seyirciyi germe çabalarından birisi heralde ama beni sinir etmekten öteye geçemedi açıkçası. Bu odadaki jeneratörü sağda solda buldumuz mazot bidonlarını dökerek çalıştırıyoruz ve böylelikle sığınağın diğer bölümlerini ışıklandırabiliyoruz. Bu noktada oyun elimize bir köstekli saat de tutuşturuyor, mazotun ne zaman tükenip jeneratörün duracağını takip edebilelim diye. Tutuşturuyor tutuşturmasına da zaten sinir bozucu derece az hazneye sahip envanterde yer işgal etmek dışında bir işlevi olduğunu söylemek zor. Oyun bu tarz şeylerden kısarak bizleri uyuz etme pahasına bir stres yaratma peşinde. Bir harita yapmışlar, ne yönde ne olduğunu hatırlayabilmek için fotoğrafik hafıza lazım, dönüp dönüp kendinizi daha önce gittiğiniz yerlere tekrar gitmiş olarak bulmanız çok olası. Zaten jeneratör ha öldü ha ölecek diye koşturuyorsunuz, öldüğünde de oyunun elimize verdiği bir başka zamazingo olan fırfırlı fenerle uğraşmak durumunda kalıyorsunuz. Karanlıkta kalınca yegane dostunuz bu oluyor çünkü ama fırfırının çıkardığı gürültü ışıktan korkup sesi duyunca kanı bitlenen yaratığın üzerimize yürümesi için davetiye çıkarıyor. Önceki oyunlarda benimsenen hayatta kalmak için saklanma taktiğinin yerini gene sınırlı sayıda bir cephaneye sahip olsa da beylik tabancamıza sarılabilme özgürlüğü almış, yeri geldiğince kullanıyoruz da. Oyunun yoksunluklardan tansiyon yaratma stratejisi başlarda amaçladığı gerilim atmosferini yaratabiliyor olsa da çok geçmeden devamlı karanlık ve devamlı klostrofobik mekanın da katkısıyla yerini iç baymaya bırakıyor. Esas korku unsurumuz olan yaratık da bundan nasibini alıyor maalesef. Başlarda gürültülü bir tehditten ibaretken nereden çıkacak korkusuyla yürek hoplatan mahluk, arz-ı endam ettikten sonra bu esrarengizliğini kaybettiği gibi olur olmaz yerlerde belirerek de korkutmaktan ziyade "gene mi bu" tarzı bir uyuz olma hissiyatına garkediyor oynayan kişiyi. 
 

Uzun sözün kısası, olmamış olamamış maalesef. Optimizasyonu, çok da üst düzey olmayan bilgisayarımda rahatça çalışabilen nadir güncel oyunlardan biri olmasıyla takdirimi kazanan "Bunker"ı gerçekten sevip saymak istemiş olsam da oyunun bu noktada bana çok da yardımcı olduğunu söyleyemiyorum ne yazık ki.