Perşembe, Temmuz 06, 2023

John Wick: Chapter 4


Chad Stahelski ile David Leitch 2010-2012 arası "John Wick"in hazırlıklarına başladıklarında yapmak istedikleri şey o dönem aksiyon sinemasını domine eden, seyircinin ne olup bittiğini anlamasına izin vermeden coolluk hissi uyandırma odaklı, hızlı kurgulu ve bol sallanan kameralı aksiyon tarzının zıddı bir işe imza atmaktı. En sonunda filmi bitirip sektörden insanlara göstermeye başladıklarında Wick in ve genel aksiyonun çok yavaş olduğu yönünde eleştiriler aldılar. Buna rağmen birçok seyirci bu tarz bir sadeliğe açtı ve "John Wick" fenomeni böylelikle doğmuş oldu.


İşin dürüstçesi şu ki sallanan kameraya karşı hissiyatım Stahelski ile birebir aynı olsa da filme yönelik düşüncelerim yukarıdaki ilk tepkiler ile aynı doğrultudaydı. Judo tarzı dövüş ekranda çok da güzel durmuyordu, sabit planlar köşede vurulmayı bekleyen dublörün göze batmasına çok olanak veriyordu, Keanu Reeves her ne kadar etkileyici bir iş çıkarsa da ister istemez yavaş kalıyordu vs. Ve bu benim için bir hayal kırıklığı kaynağı idi çünkü gerek Wick karakteri gerekse de yaratılan dünya çizgi romanvari özellikler taşıyor, insanda merak uyandırıyordu. Gene de bunlar seriden aldığım kekrimsi tadı önlemeye yetmedi, dördüncü filmin karşısına geçerken de bu hissiyatla oturdum, bir önceki filmde ne olduğuna dair çok da bir şey hatırlamadan.


Chad Stahelski ve ekibine helal olsun, yukarıda yazdıklarımın hepsini yalattılar bana, uzun zamandır izlediğim en iyi aksiyon filmlerinden biri olmuş "JW4". Wick'in 3 filmdir ortalığı karıştırmasından gına getirmiş olan yüksek masa tayfası anladığım kadarı ile sadrazamları gibi bir şey olan Marquis'yi (Bill Skarsgard) Wick'in üzerine salıyorlar, o da tüm aristokratlığı ile Wick'in etrafındaki çemberi nefes alınamaz hale getirmek için saldırıyor; Winston'ı (Ian McShane) ve Continental'i piyasadan siliyor, Wick'in Caine (Donnie Yen) ve Koji (Hiroyuki Sanada) gibi kadim dostlarını ya üstlerine salıyor ya da birbirine kırdırıyor vesaire. İşin sonunun çok da parlak bir yere çıkmadığını, öyle böyle bu herifi haklasa bile yerini çok geçmeden başkasının alacağını en sonunda idrak etmeyi başaran John da bu sefer farklı bir yol izlemeye karar veriyor.


Neredeyse 3 saatlik süreye sahip filmin konusu genel olarak bu ve her ne kadar bu sürenin heralde yüzde sekseni aksiyona vakfedilmiş olsa da ilk filmden bu yana hikayenin perdedeki hengameye hatırı sayılır bir destek attığı ilk film bu. Wick'in bu mevzuyu herkesi öldürerek bitmeyeceğini anlayıp sulhle nasıl çözeceğine odaklanması güzel bir açılım olmuş, akabinde gelen aksiyonu da daha derinlikli hale getiriyor. Gene ilk filmden bu yana serinin en iyi oyuncu kadrosuna sahip filmi olmasından mütevellit herhalde filmdeki karakterler de daha hafızalara kazınan, daha iyi tasarlanmış tipler. Normalde Skarsgard'a çok aşina değilim ama körpe görüntüsüne rağmen iyi bir gerçek kötü olmayı başarmış. Donnie Yen'in Caine'i aktörün kalibresi ile orantılı şekilde gerek ailesi için bunları yapıyor oluşu gerek John'la çok gerilere gidiyor olmaları ile seyirci olarak çok kolay özdeşleştiğimiz bir tip. Sanada John'a sadık Continental müdürü rolünde vefası ile seyircinin gönlünde taht kurmayı başarıyor. Clancy Brown, Ian McShane ve Laurence Fishburne gibi aktörlerin sırf aynı karede yer alıp iki kelam etmelerini dinlemek bile bir filmi izlemek için yeter bir neden olabilir aslında ama keşke uzun sürenin daha fazla kısmı bu aktörlere ayrılsaydı diye düşünmedim de değil izlerken, McShane haricinde biraz geri planda kalıyorlar çünkü. Bir tek İzci karakterinden çok hazzetmedim, oynayan aktör çok başarısız olmasa da karşısındaki ekibin seviyesine ulaşabilmekten de çok uzak bir kişilikti. Karakterin de hikayeye neredeyse etkisi sıfır, komple çıkarılsa bir şey eksileceğini sanmıyorum. 


B sınıfı dövüş filmlerinin yılmaz takipçileri nezdinde hatırı sayılır yeri olan Marko Zaror ve Scott Adkins de Wick alemine katılan yeni isimler.  Zaror zaten Şili menşeli bir isim ve anaakım sinemaya eklemlenme şansının bu filmdeki rolünden öte geçmesi biraz güç açıkçası. Sondaki suratına köpek işetme sahnesi son derece yersiz olsa da Marquis'nin ikinci adamı olarak belli bir ağırlığı var, bundan iyisi şamda kayısı onun için. Adkins cephesinden bakınca olaylar biraz daha farklı. Tür hayranları nezdinde ağırlığı bir hayli fazla olsa da anaakım sinemaya gelince kendisine kötü kameolardan öte şans verilmemiş bir isim Adkins ve kendisinin hayranı olan benim gibi birçok kişi bu filmle birlikte artık hak ettiği yere gelmesinin önü açılacak diye umut ediyorduk. Filmin afişlerinin ortaya çıkması ile birlikte aktörün şişman kıyafeti giydirilmiş bir halde belireceği belli olunca bu ümitler biraz suya düşmedi değil. Yani Adkins'in hayat verdiği Killa karakteri ile Sammo Hung'a bir saygı duruşunda bulunulduğu aşikar. Adkins de aksanı, eğlenceli tikleri, üçlü masa sahnesindeki oyunculuğu ve en nihayetinde şelale altında Wick'i patakladığı sahnelerde olabilecek en iyi şekilde bu karakteri canlandırmış bence. Öte yandan bu rolün aktörün kariyerinde çok da dramatik bir değişime rol açacağını düşünmek de zor biraz. Stahelski gibi kendini sisteme kabul ettirmiş bir ismin Adkins gibi böyle bir şansa aç olduğunu bildiği bir yeteneğe filminde yer verirken bu karakteri tercih etmesi biraz manasız geldi bana. Stahelski'nin yıllar önce Adkins'e bu film yıldızlığı işlerini bırakıp kendi dublör ekibine katılarak kariyerine David Berndhart gibi bu yönde devam etmesi yönünde teklif yaptığı biliniyor. Adkins o zaman bunu reddedip bildiği yolda gitmeye devam etmiş, belli ki Stahelski de bu reddi çok kişisel almamış ve aralarındaki ilişkiye bir halel gelmemiş. Öte yandan Stahelski'nin Adkins'e filmde yer verirken ne kadar renkli ve eğlenceli tasarlanmış olursa olsun ona bir fatsuitin arkasında gömülü kalacağı bir karakteri teslim etmesi nereden bakarsanız bakın aktörün potansiyeline ve yapabileceklerine dair bir önyargının işaret ediyor kanaatindeyim. Bu noktada Stahelski'nin yapmaya çalıştığı şeyin Adkins'e ihtiyaç duyduğu patlama fırsatını vermek değil filmine aktörün varlığı ile değişik bir renk katmak olduğu aşikar


Bu noktadaki eleştirilerimize burada noktayı koyarsak sadece serinin en iyi değil son yılların en iyi aksiyon filmlerinden biri ile karşı karşıya olduğumuz aşikar. Stahelski daha önceki filmlerde göze batan eksikliklerini kapatmayı başardığı gibi iyi yaptığı şeyleri daha da üst düzeylere çıkarmayı başarmış. Paris'in göbeğinde vuku bulan araba kovalamacası, tepe kamerası ile gerçekleştirdiği single shot çatışma sahnesi ve merdivende gerçekleşen final bölümü gibi bir çok unutulmaz sekansla bezenmiş "JW4". Ufak komedi dokunuşları ile renk katmaktan da kaçınılmamış, Wick'in güç bela merdiveninin başına vardıktan sonra karşısında bulduğu Zaror'un tekmesi ile paldır küldür başladığı noktaya geri döndüğü sahneyi kahkahalarla izledim. Bu kadar üst seviye aksiyondan sonra finalin klasik bir düello ile yapılmış olması ne kadar ince ve şıksa John'ın mücadelesini başarıyla tamamladığı yerde kendisi için herşeyin başını ve sonunu temsil eden eşinin adını son bir kez zikrederek son nefesini vermesi de bir o kadar dramatik olmuş. Filmin olağanüstü gişe başarısının etkisiyle bir devam filmi söylentisi daha dolanmaya başladı ama umarım gerçekleşmez zira son derece g0zel bir finalle noktalamayı başarmışlar seriyi. Zirvede bıraksalar en iyisi, alkışlarla uğurluyoruz.