Pazar, Ekim 15, 2023

Blade (1998) - Stephen Norrington


Aradan geçen 25 seneye rağmen "Blade"in kan banyolu girizgahı tüm zamanların en etkileyici ilk 10 dakkalarından biri olma özelliğini koruyor. Geçenlerde verdiği bir röportajda da detaylı bir şekilde anlattığı üzere, sahneyi kamera ve kurgu tercihleri ile seçtiği müziğe, müziği de sahneye göre kalibre edip nakış gibi birbirine işlemiş yönetmen Stephen Norrington. Akabinde gelen Donal Logue'nin canlandırdığı Quinn'li hastane bölümleriyle birlikte daha bir net görüyoruz ki seyirciyi ürkütmekten imtina etmeyen, vampirlere gerçek bir korku ögesi gibi davranan bir yönetmen var karşımızda.


Kadın doktor karakterinin bu noktada hikayeye dahlinin 90'lar sinemasının değişmez kurallarından olan erkek başrolün yanına bir bayan yerleştirme kaidesinden ileri geldiği aşikar olsa da doktor kendi ayağı üzerinde durabilecek yetkinlikte resmedildiği için çok da göze batmıyor bu durum. Kris Kristofferson'ın aksi karizması ike hayata geçirdiği Whistler'ın da perdede arzı endam etmesiyle Blade'in dünyasına adım atmış oluyoruz. İki adamın birbirlerine arka çıktığı ve doktorun gelişine kadar birbirlerinden başkasının olmadığı bu dünyada bu ikili arasındaki baba oğul dinamiğine ve aralarındaki güçlü bağa ufak da olsa değinilmesi senaryonun en sevdiğim yönlerinden. Bu sahnede performansına stoik bir hüzün katmayı başaran Wesley Snipes'ın yeteneğine de şapka çıkarmadan geçmemek lazım.


"Blade"in dünyasının karşısında da derin bir sınıf ayrımından muzdarip görünen vampirler var. Doğuştan vampir olan ve başında Udo Kier'in olduğu bir konsey genelde vampirlerin yönetiminden sorumlu olsa da  konseyin sonradan ısırılarak dönüşmüş vampirleri hakir gören bir bakış açısına sahip olduklarını müşahede ediyoruz. Bu sonradan dönmelerin en liderimsisi ve asisi olan Deacon Frost'un (Stephen Dorff) umrunda değil gerçi bu; kadim vampirliğin değişmeye mahkum olduğuna ve bu konseyin bunu gerçekleştirmekten aciz olduğuna emin, o yüzden zerre iplemiyor maruz kaldığı azarlanmaları. Çok geçmeden Kier'i de bertaraf ediyor zaten, konseyin diğer üyeleri de koyun gibi takip ediyorlar kendisini. Vampirler arası bu ikilik fikri çıkış noktası olarak güzel olsa da etkili bir şekilde işlenemiyor maalesef. Gene röportajdan öğrendiğimiz kadarıyla Norrington'ın da çok hayranı olmadığı bir kan incili ve bu incilde yazılı kehanet alt öyküsü Deacon'ı anti-Blade bir deccal yapmak için kullanılmış ama Deacon'a kadar bu incili tercüme etmeyi hiç mi kimse akıl etmemiş sorusunu es geçiyor film. Hal böyle olunca eski usüllerle kafayı bozmuş, bir avuç yobazdan öteye gidemeyen konseyi gerçek bir tehdit öğesi olarak algılamak mümkün olmuyor. Frost da Dorff'un tüm karizmasına rağmen çok iyi işlenebilmiş bir karakter değil. Bir canavara dönüştürülmüş olmasından ileri gelen bir hasetle eski düzene saldırdığını, insanlardan kabul görmediği için onlardan da hazzetmediğini bu sebeple ikisinden de kurtulmanın yollarını aradığına dair bir iki nüve var gibi Frost'un diyaloglarında ama çok da altı eşelenmiyor. Blade ile bir yin yang durumu oluşsun diye gayret edilmiş zira kehaneti gerçekleştirmek için Blade in kanına ihtiyaç duyuyor şaşırtıcı olmayacak bir şekilde.


David Goyer gibi artık marka olmuş bir ismin ilk çıkışını temsil etse de en çok senaryo tarafından kaybeden bir film "Blade". Gerçi yönetmen kurgusunu görünce stüdyo da araya girerek birşeyleri düzelticez diye üçüncü perdenin üstünden geçmişler anladığım kadarıyla zira herşey keşmekeşe bağlıyor burada. Frost'un Whistler'ı haklaması, Blade tam intikam gazıyla bunların tozunu attıracak derken kendini yakalattırması ve sonradan eklendiği garip kurgusu sayesinde son derece aşikar olan, aynı zamanda kötü CGI dan muzdarip finaldeki Frost Blade kapışması. Bir de ne hikmetse soluğu Moskova da aldığını görüyoruz Blade'in filmin bitiminde. 


Neyse ki senaryonun tüm bu uğraşlarına rağmen Norrington'ın tarzı o kadar stilize ki bu kusuru görmezden gelmek işten değil. Bir aksiyon korku filmi çektiğini hiç unutmayan yönetmen, unutturmuyor da. Obez vampire işkence edilmesinden tutun da dönüşemeyip arasatta kalmış insan müsveddelerinin olduğu mahzenlere değin bir dolu ürkünç imajla doldurmayı başarmış filmini. Wesley Snipes atletikliği ve oyunculuk gücünü birleştirebilme şansını yakaladığı nadir işlerden birinde olduğunun farkında; kariyerinin en belirgin rolünün bu olması boşuna değil. Dorff da hakeza coollukta ondan geri kalmayıp unutması zor bir kötü adam haline gelmiş. Keşke Arly Jover'e de biraz ağırlık verilseymiş, o da karizmatik bir görünüm veriyor burada çünkü.


Aradan geçen süre zarfında birçok sinemaseverin saygı ve sevgi ile andığı filmlerden biri oldu "Blade", devam filmleri itibari ile gişede de rağbet gördü. Benim de birkaç kere izlemiş olmama ve saydığım birçok kusuruna rağmen her daim izlemekten keyif aldığım bir yapım.