Pazar, Ekim 08, 2023

The Eye (2008) - Xavier Palud & David Moreau


Artık belli bir döneme ait bir akım olduğu aşikar olsa da 2000'lerin özellikle ilk yarısında birçok sinemasever uzakdoğu korku filmleriyle kafayı bozmuştu. Hollywood da bu hayranlığa çok kayıtsız kalamaz ve bir süre sonra altyazı okuma özürlü Amerikan seyircisi için bu hikayeleri uyarlamakta bir beis görmezdi. Orjinal filmleri övmek kadar yeniden çevrimleri gömmek de hakiki sinefilliğin alamet-i farikası kabul edilirdi. Allah'ı var, benim orjinalden filmlerde çok yeniden çevrimlerini izlemişliğim vaki, o yüzden bir nebze daha az önyargı ile yaklaşabildim bu tarz filmlere ki aralarında nadir de olsa Gore Verbinski'nin "Ring"i gibi korku klasikleri de çıkabiliyordu neticede. Gel gör ki her proje yönetmenlik vizyonu noktasında aynı ölçüde kısmetli olamıyor maalesef.


O dönem iyi isim yapmış olsalar da uzun zamandır bir aktivitelerini duymadığım Danny ve Oxide Pang biraderlerin aynı isimli filmlerinin yeniden çevrimi "The Eye". Bir "Ringu" muamelesi görmese de makul ölçekte bir hayran kitlesine sahipmiş orjinal film, ben izlemedim. Yeniden çevrimi yapma işini "French Extremity" akımının ortalığın tozunu kaldırdığı zamanlarda "Them" isimli filmleriyle bu akıma mütevazi bir katkıda bulunan Xavier Palud-David Moreau yönetmen ikilisi üstlenmiş. 



Sydney (Jessica Alba), küçükken geçirdiği bir kaza sonucunda görme yetisini kaybetmiş ama üstün yeteneği sayesinde başarılı bir keman sanatçısı olmayı başarmış bir kız. Körlüğüne sebep olan olayın müsebbibi olduğu ima edilen ablasının ısrarları ile kornea nakli ameliyatı olmayı kabul ediyor ki ablasının vicdan azabı azalabilsin biraz. Ameliyat başarılı geçse de çok geçmeden ürkütücü sanrılar görmeye başlıyor Sydney. Sonunda nakledilen gözlerin esas sahibini aramak için terapisti Paul (Alessandro Nivola)  ile yola koyulup Meksika'da buluyor kendini ve işler kızışıyor.


Halihazırda ecnebi bir materyali uyarlama işinin başka ecnebilere devredilmesinin çok da hayırla sonuçlanmayacağına sürecin sonunda kani olmuş herhalde yapımcılar. Gerçi söylentilere bakılırsa David Moreau kurgu odasına sokulmamış ve editör Patrick Lussier'e filmin jump scare'lerini arttırsın diye iki haftalık bir yeniden çekim süresi verilmiş. Moreau bir ara filmden adını çekmeyi düşünse de sonunda vaz geçmiş. Ortaya çıkan ürün yapılan eleştirilerden anladığım kadarıyla orjinalinin çekim açılarını bile birebir kopyalamaktan imtina etmeyen bir film olmuş. 
 

Filmin hikayesi ve anlatımı sıkıcı mı sıkıcı, bir noktada sardırarak izleme ihtiyacı hissettim. Artık karbon kopya bir film yapıldığına dair film ekibindeki idrakten ileri gelen bir durum mudur nedir, tempo, oyunculuk vs. her yönden sarkıyor film, akmıyor. Konu zaten bir dolu etkisiz korkutma çabasını bir arada tutmaya çalışan bir battaniyeden ibaret. Atmosfer ya da ton yoluyla seyircisini rahatsız etmeyi başaramayan her film gibi bir noktadan sonra gürültülü ses efektleri, müziğin zank diye patladığı jump scareler ve rüya sekanslarıya korkutma çabalarına girişilmiş. Kameraya dönüp ürkünç çığlıklar atmaktan başka bişey yaptıklarına şahit olamadığımız hikayenin gulyabanilerinden hiç bahsetmiyorum bile. Velhasılı esnemeden filmi noktalamak imkansız.

 

Amerikan seyircisinin kalbinin R-rated bir korku filmini kaldırmayacağı önyargısıyla PG-13 batağına saplanılması da bunlara eklenince daha düdük çalmadan kalesinde gol görmeyi başaran bir yapım haline gelmiş "The Eye". (SPOILER!!!) Orjinal film benim bildiğim gözün eski sahibinin gerçekleşecek felaketleri öngörebilirken bunların gerçekleşmesini engelleyemeyeceğini anlayınca canına kıyması üzerinden ilerliyor, gözleri devralan esas kahraman da bu makus talihi değiştirmeye çalışırken kaderin önüne geçemeyeceği acı gerçeğiyle yüzleşerek filmi tamamlıyordu. Bu tarz fatalist hareketleri Amerikan kültürünün, daha bilhassa da Hollywood stüdyo tayfasının havasalası alabilemedeği için buradaki Sydney hem finalde herkesi kurtarmakla kalmıyor "nalet olsun böyle gözlere, yaşasın körlük deyip" eski haline dönmüş bir halde hikayeyi tamamlıyor. Yani orjinal filmin düşünsel altyapısının da üstünden geçilmiş oluyor böylelikle.
 

Jessica Alba hiç bir zaman oyunculuk yeteneği ile bilinen bir isim olamadı ki bu filmdeki performansı da filmin diğer tüm kusurlarına rağmen yerden yere vurulmuştu. Açıkçası beni çok da rahatsız etmedi zira henüz çoluk çocuğa karışmamış, seksiliğinin ve güzelliğinin zirvesinde bir Jessica Alba'yı her türlü izlerim -gerçi burada kendisine hiç seksi olacak bir fırsat verilmemiş olması filmin affedilmeyecek günahlarından; insan vanilya manilya bir seks sahnesi, hiç olmadı iç çamaşırı ile ortalarda gezindiği bir sahne falan koyar-. Filmin ikincil başrolü konumundaki Alessandro Nivola daha senaryoyu okuduğunda sıkıntıdan içi baymış gibi bir performans sergilemiş, o derece bir aymazlık hakim kendisine. Normalde hiç bir şekilde karizmatik kabul edilebilecek bir aktör olmamasına rağmen bu kayıtsızlığından ötürü heralde cool bir figür olarak ortalarda geziniyor film boyu. O zamanlar muhtemelen daha 8-9 yaşlarında olan Chloe Grace Moretz de kel bir vaziyette ufacık bir görünüp kayboluyor fiilmin başlarında. Bundan ötürü de edilebilecek başka bir kelam yok filme dair; sadece ve sadece azılı Jessica Alba hayranlarına tavsiye edilir.