Salı, Ocak 26, 2010

Kapanın Elinde Kalan Ejder


Kağıt üstünde bakınca herşey şahane. Askerliğini güneydoğuda yapmış, döndüğünde tecavüze uğrayan kardeşinin kendini astığını öğrenen bir adam. Bunun akabinde İstanbul'da başlayan seri ölümler, sübyancılıktan hüküm giymiş genel afla salıverilmiş maktüller. Emniyete yollanan işkence görüntülerinin kaydedildiği dvdler. Gayet gore, kara film tarzına uygun tasarlanmış suç mahalli görüntüleri. Başrollerde muhtemelen şu an Türkiye'nin en iyi iki jönü, ayrıyeten Uğur Yücel. Aynı zamanda filmin yönetmenliğini de üstlenen, bundan önce Yazı Tura ve Karanlıkta Koşanlar gibi şahane işlere imza atmış bir adam. O Karanlıkta Koşanlar ki Ejder Kapanı'ndan çok daha önce seri katil temasına el atmış, bunu da Hollywood filmlerine taş çıkartacak yetkinlikte bir maharetle anlatmayı becermiş bir diziydi. Ahmet Ümit'in kendi eserinden uyarladığı şahane senaryosu, Haluk Bilginer ve Köksal Engür'le başrolü paylaştığı kastın verdiği destekle dizide harikalar yaratan Uğur Yücel'den aynı ölçüde bir performans bekliyor insan haliyle. O sebeple Ejder Kapanı benim için bu sezonun en merakla beklediğim filmlerinden biriydi. Gel velakin sonuçta gene bana hüsran gene bana hasret var.

Film resmen ikinci "Kabadayı" vakası. Gerçi Kabadayı'dan görece daha iyi bir film ama orda olduğu gibi burda da kreatif ekip ve hikaye kaynaklı oluşmuş yüksek beklentilerin çok çok altında seyretme durumu var. Ejder Kapanı gerilimini "katil kim" sorusu üzerinden kuran bir filmin yapmaması gereken bir hataya düşüp katilin kimliğini daha filmin ilk bölümlerinde -tam olarak ifşa etmese de- çok açık ediyor. Kubilay Tat'ın senaryosu çok sağlam bir konsept üzerine kurulmuş olsa da bu temelin üstüne iyi bir hikaye inşa edilememiş. Karakterlerin tasarımı üzerine yeterince yoğunlaşılmamış, bi derinlikleri yok, motivasyonları belirsiz, neyi niye yaptıklarını anlamak güç. Filmin başrolündeki kadın karakterlerin filmdeki varlıkları bile sorgulanabilir boyutta, olmasalardı hikayeden ne eksilirdi diye düşünüyor insan. Hiçbirine olmasa dahi en azından katil karakterine özen gösterilip biraz daha derinlik katılabilseymiş bir parça başarı kaydedilebilirdi belki. En azından Kenan İmirzalioğlu'nun başarılı kompozisyonu boşa gitmemiş olurdu, zira kasttaki tek kaydedeğer iş ona ait,bir de yönetmenlik ve senaristlikteki maharetini oyunculukta da sürdürmeye niyetli görünen Sırrı Süreyya Önder'e. Nejat İşler'in filmde esamesi yok zaten, Uğur Yücel'in oyunculuğu da kalibresinin altında bence, batıda millet rolü için 20-30 kilo verirken Uğur Yücel'in son birkaç yıldır rol aldığı her yapımda aşırı kilolu olması da ayrı bir tartışma konusu.

Filmin tanıtımında çok ön plana çıkarılan fransa patentli aksiyon sahneleri de lüzumsuzluk timsalinden öte bir anlam ifade etmiyorlar, hatta false advertising gibi bir durum da söz konusu olabilir, zira öyle bir yoğun aksiyon sahnesi yok, olanlar da filmin hikayesi içinde çok eğreti duruyorlar, çekmiş olmak için çekilmiş gibi bir halleri var. Filmin az sayıdaki artılarından biri atmosfer kurmada belli ölçüde bir başarı sarfedilmiş olması, mekan tasarımları yerellikle neo noir estetiği sentezlemeyi başarmış. Onun dışında geriye kalan bir avuç hayal kırıklığı. Polisiye - seri katil - kara film türünde iyi bir yerli film izleme umudumuz artık başka bahara kaldı. Uğur Yücel'in yönetmenlik hususundaki zikzaklı çizgisi devam ediyor. Karanlıkta Koşanlar'ı bitirdikten sonra yaptığı Yazı Tura ile çok sıkı bir ilk filme imza atan yönetmen, gene senaryosunu kendi yazdığı Hayatımın Kadınısın ile çıtayı baya düşürmüştü. Bu filmdeki performansı da filmi batıran noktalardan biri. İlerde ilk dönem işlerinin kaliteine yaklaşabilecek mi görücez.