Bizim buralarda çok da bilinen bir hadise değil muhtemelen ama 1993 deyince ABD tarihinde ilk akla gelen olaylardan birisi Waco kuşatması. Özetle, David Koresh önderliğindeki bir cemaat kampına yasadışı silah bulundurma sebebiyle gerçekleştirilen baskın önce silahlı çatışmaya, akabinde de 51 gün süren bir kuşatmaya dönüşmüş, en nihayetinde kampta yer alan müritlerin büyük bir çoğunun çıkan bir yangında hayatlarını kaybetmesiyle sonuçlanmış, ki bunların 20'den fazlası çocuk. Geçen yılın akılda kalan belgesellerinden biri olan "Oklahoma City" başta olmak üzere birçok yapıma konu olmuş hadise, bu sefer 6 bölümden oluşan bir miniseriyle karşımızda.
İnsana her ne kadar yaşlandığını hissettirse de artık 90'ların da bir nostalji ya da muhasebe malzemesine dönüşmeye başladığı bir gerçek. "Waco" da bu hissiyatın son mahsullerinden birisi ve "The People v. O.J. Simpson: American Crime Story" gibi ses getirmiş bir yapımın ardından bu hadiseye de birilerinin el atması an meselesiydi. Elini çabuk tutanlar John Eric Dowdle ve Drew Dowdle kardeşler oldu. Kendileri "Rec"in birebir yeniden çevrimi olan "Quarantine", "As Above, So Below", "The Poughkeepsie Tapes" gibi birbirinin peşi sıra çekilmiş found footage filmleri ve bunların yanında başyapıt gibi duran "Devil" ile bilinen bir ikili. Filmogrofileri itibariyle böylesi güçlü bir hikayeyi teslim etmek için hiç de ideal bir seçim görüntüsü vermedikleri aşikar olan Dowdle'lar dizi bittiğinde hem haklarındaki önyargıları tescillemeyi hem de kırmayı başarıyorlar bir şekilde.
Hikaye akılcı bir tercihle usülsüz silah bulundurmadan yola çıkıp alakasız insanların ölümüyle sonuçlanan Ruby Ridge hadisesiyle giriş yapıyor. Burda arabulucu Gary Noesner (Michael Shannon) ve FBI rehine kurtarma timinin başı Mitch (Shae Wigham) ile ilk kez tanışıyor ve aralarında ileride Waco başında iyice şiddetlenecek görüş ayrılıklarının ilk kıvılcımlarını da görüyoruz. Diğre taraftan Koresh (Taylor Kitsch) ve yakın kurmayları Steve Schneider'ın (Paul Sparks) grubun önemli bir parçası haline gelecek olan David Thibodeau (Rory Culkin) ile tanışmalarına şahit oluyoruz. Hadiselerin patlak vermesinden 8-9 ay öncesini anlatarak başlasa da aradaki süreyi hızlıca geçiyor dizi ama gene de bu karakterleri tanıyıp anlamaya yetiyor ayrılan vakit. Curcuna başladığında herkesin nerde durduğu hakkında net bir fikrimiz oluyor.
"Waco" iki ayrı kaynak baz alınarak tasarlanmış. Bunlardan birisi hadisede görev alan FBI arabulucularından Gary Noesner'ın yazdığı "Stalling for Time: My Life as an FBI Hostage Negotiator", diğeri de olaydan sağ çıkmayı başaran birkaç insandan biri olan David Thibodeau'nun "A Place Called Waco: A Survivor's Story" isimli kitabı. Bunlardan özellikle ikincisi Dowdle kardeşleri diziyi yapmaya yöneltmiş zira klasik resmi anlatının dışında, hadiseye diğer tarafın bakış açısıyla yaklaşan bir eser olması itibariyle daha ilginç bir kaynak neticede. Olaylara içeriden bakma gayreti dizinin en özgün yanı zira kampta yer alan insanlar inandıkları bir adamın etrafında toplanmış, hayatlarından memnun işlerinde güçlerinde insanlar olarak resmediliyorlar. Bu arada bahsini ettiğimiz cemaatin lideri David Koresh, kendi ifadesiyle cinselliğin günah yükünü cemaatinden almak için kendi üstlenmiş, dolayısıyla müritlerinden bazılarını kendilerine eş almış, hatta onlardan çocuk sahibi olmuş bir adam. Bunlardan birisi kendi resmi karısının 14 yaşındaki kız kardeşi. Yani cepheden bakılınca çok da sempati duyulacak bir durum yok ortada, ki o dönem resmi kaynakların en çok başvurduğu iddialardan biri de çocuk istismarı olmuş. Dizi bu noktaları görmezden gelmiyor, yer yer müritlerin bu durumu kendi zihinlerinde nasıl makulleştirdiklerini gösteriyor, yer yer de mahkemede başları derde girmesin diye reşit olmayan eşlerinden birini nikahladığı Thibodeau ve karısını kendi eşleri arasına aldığı kurmaylarından Steve karakterleri üzerinden bu olguların üstüne gidiyor. Melissa Benoist ve Andrea Riseborough'un canlandırdığı eşler arası bir çekişme de alttan alta filizleniyor hikayede. Ama bu yaklaşım belli bir noktadan öteye de götürülemiyor çünkü sonuçta kimsenin kimseyi zorlamadığı herkesin kendi iradesiyle bu yola girdiği bir ortam söz konusu, en azından dizinin bakış açısı o yönde. Ayrıca gerçekleşen silahlı müdahele bu tarz cinsel gerilimlerin filizlenmesinin de önünü kesiyor. Belki müdahele edilmeseydi bu tarz iç çatışmalar cemaati kendi kendine çökertecekti. Bunu şu aşamada bilmek imkansız elbette ki ama şurası kesin, David Thibodeau'nun bakış açısından görülen Koresh cemaati herkesçe anlaşılamaycak inançları olsa da özlerinde kötü insanlar değiller. Koresh de kıyameti müjdeleyen konuşmalar yapmadığı zamanlarda eline gitarı alıp grubuyla barlarda müzik yapan, kafa dengi bir adam. Özünde tam olarak böyle biri olmasa da, esasında mesih kompleksi olan benmerkezcil bir adam dahi olsa -ki dizi buna dair kimi göndermeler yapmıyor da değil- neticede Thibodeau'nun ve müritlerinin gözünden nasıl görünüyorsa öyle de bir izlenim veriyor dizide Koresh.
Madalyonun diğer tarafında yer alan FBI ve ATF nezdinde ABD hükümeti, Michael Shannon'ın canlandırdığı Noesner dışında daha antipatik bir şekilde portreleniyor. Ruby Ridge fiyaskosundan sonra tasfiye tehlikesiyle yüzleşen ATF kurmaylarının gözünü Koresh'in silahlarına dikmesi olayı tetikleyen başat faktör. Bu noktada Koresh ve yanındakilerin ne amaçla o kadar silaha ihtiyaç duyduklarına dair makul bir açıklama hiç duymuyoruz ve bu bir eksiklik ama son tahlilde ABD hükümeti kendi topraklarında kendi vatandaşlarına silah doğrultan bir güç olarak resmediliyor dizide. Zaten dönemin tarihsel arka planı düşünüldüğünde algının da o yönde olduğunu görmek mümkün.
Waco hadisesinin tam bir yıl öncesinde Los Angeles ayaklanmalarının patlak verdiğini hatırlamak lazım bu noktada. Rodney King ismindeki bir siyahı haklı bir gerekçeleri olmaksızın öldüresiye döven polislerin görüntüleri 90'ların başına damga vuran imajlardandı, bilen bilir. Bu polislerin mahkemece suçsuz bulunmaları siyahi toplumu çılgına çevirmiş, 3 gün boyunca Los Angeles'ın altını üstüne getirmeleriyle sonuçlanmıştı. Siyahların kendilerini saldırı altında hissetmeleri ve buna ayaklanmayla karşılık vermeleri ABD için yeni bir olgu olmasa da 60'lardaki sivil hak mücadelesinin üzerinden neredeyse 30 yıl geçmişken halen ilerleme kaydedilmediği duygusu bu seferki tepkilerini daha bir görünür ve hissedilir kılan faktörlerden olmuş. Bunu hissedenlerden biri de Amerika'nın beyazları haliyle. Clinton başkanlığındaki demokratların yönetiminde bir ABD'nin kendi özüne, kendilerinden olana uzaklaştığı duygusu, ki burada kastedilen beyazlar oluyor, L.A. ayaklanmalarından önce de beyaz ırkın üstünlüğüne inanan militan grupların oluşumu ve çoğalmasıyla baş vermeye başlamıştı. 92 yazında gerçekleşen Ruby Ridge hadisesi bu noktada ilk kıvılcımı ateşleyen hadise olmuş, Waco ile birlikte bu kıvılcım aleve dönüşmüştü. Bunun iki yıl sonrasında Oklahoma'da gerçekleşen patlama ise bu öfkenin en şiddetli dışa vurumu oldu.
Görüleceği üzere zengin bir tarihsel bir arka planı var "Waco"nun, ama maalesef çok değerlendirilememiş. 6 bölümde kapsayabileceğiniz alan belli, artık bütçeden ileri gelen bir durum mu yoksa hikayecilerin kendi tercihleri miydi dizinin uzunluğu bilemiyorum ama keşke daha uzun tutup olayları biraz daha geniş perspektifden ele alsalarmış. Olaya yakınen şahit iki insanın hatıralarından hareket etmek dizinin otantikliğine katkı yapmış olsa da aynı zamanda bazen fazla lüzumsuz bir belgesellik boyutu da katıyor ki kimi sahneler olaya dair haber görüntülerinin neredeyse birebir kopyası. Karakterlerin etkileşimleri fazla bilgi aktarmaya odaklı, yer yer çok yavanlaşıyorlar. Ama dizinin güçlü oyuncu kadrosu bunu seyirciye hissettirmeden işlerini layıkıyle yapıyorlar. Son bölüme kadar hadiseye dair genel hatları görsek de daha detaylara inilmediği duygusunu üzerinizden atamıyorsunuz. Bu materyalin Dowdle'la dışında daha yetenekli bir ekibin elinde ne şekil alacağını düşünmeden edemiyor insan.
Diğer taraftan neresinden tutarsanız tutun insanı sarsan bir trajedi var ortada ve Dowdle'lar da bu damarı kullanmayı gayet iyi beceriyorlar, özellikle de son bölümde. (Spoiler alarmı!) İnsanların sıkışıp kalarak can vermelerini özellikle de ebeveynlerinin günahlarını çeken çocukların ölümlerini seyretmek çok içe dokunan, kolay kolay akıldan çıkmayan hadiseler (Spoiler finish!) İlk 5 bölümde çok da kulağa gelemeyen müzikler de, final bölümünde şaha kalkarak dizinin tesirini ikiye katlamayı başarıyorlar. Finale kadar olan süreçte de olayların açılımı ve tutturulan tempo gayet başarılı, yönetmenliğin hakkını teslim etmek lazım. Yaklaşan kötü bir şeyler olacağına dair o uğursuzluk atmosferini seyirciye geçirmekte çok başarılı dizi.
Pek gürültü patırtı koparmadan yayın hayatını sonlandıran, eksikleri göze batan, mükemmellikten uzak bir yapım "Waco". Ama aynı zamanda vakit ayıran seyirciyi ödüllendiren duygusal bir deneyim, etkileyen ve sürükleyen bir öykü.