Cuma, Haziran 19, 2020

The Equalizer (2014) - Antoine Fuqua


Antoine Fuqua ilginç bir yönetmen. Arada "Shooter" ve "Training Day" gibi filmlerle karşımıza çıkıp bize dedirtiyor ki bu adamda iş var. Ama sonra bakıyoruz, olabilecek en klişe işlerle arzı endam edip bu kredisini tüketiyor. Eline iyi senaryo geçtiğinde onu bir tık daha kalite katarak peliküle aktarabilecek kapasitede bir teknisyen orası kesin ama o iyi senaryoyu bulma kısmında ya kifayetsiz ya da umursamaz bir kişilik aynı zamanda. "Magnificient Seven" filmini Denzel'ı at sürerken görmek için çektiğini söyleyen birinden bahsediyoruz sonuçta.
 

Daha sonra - Washington'ın kariyerindeki yegane devam filmi olma özelliğini de taşıyan- bir devam filmine de sahip olmuş 2014 yapımı "The Equalizer" yukarıda bahsettiğimiz klişeliğin doruklarında gezinen bir yapım. 80'lerde 4 sezon sürmüş bir dizinin aynı adlı uyarlaması olan film uzun yıllar proje aşamasında sürünmüş. 2005'te Weinstein'lar tarafından yönetmen Paul McGuigan'a ("Lucky Number Slevin") emanet edilmesi beklenen filmde hiçbir gelişme olmayınca 2010 civarında bu sefer Paul Haggis-Russell Crowe ikilisi tarafından hayata geçirilmesi planlanmış ama herhalde "The Next Three Days" hayal kırıklığından sonra rafa kaldırılmış. Bu noktada senaryo eline geçen Denzel Washington projeye dahil olmuş ama bu seferde yönetmen arayışında sıkıntı yaşanmış zira o ara "Drive"ın kaymağını yiyen Nicolas Winding Refn projeye dahil olduktan 1 ay sonra ayrılmış ve akabinde teklif götürülen Rupert Wyatt ("Rise of The Planet of The Apes") da reddetmiş. Bu sıkıntılardan ötürü projeye ilgisini kaybetmeye başlayan Washington'ın önerisi ile Antoine Fuqua'ya teklif götürülmüş ve yönetmen arayışı böylelikle sona ermiş.

 
Robert McCall tövbekar bir eski ajan, en azından filmin iması bu.Karısını kaybetmiş, onun acısıyla kendini öldü gösterip yeni bir kimlikle Koçtaş'ın Amerika şubesi gibi bir yerde elemanlık kariyerine yönelmeye karar vermiş bir kişilik.Günlerini oradaki gariban kasiyer güvenlik görevlisi olsun diye ona yardımcı olarak falan geçiren, sevimli mi sevimli bir kişilik.Ama müdavimi olduğu kafeye takılan ergen bir fahişe kendisini pazarlayanlar tarafından hastanelik edilince yeminini bozmaya karar veriyor ve olaylar gelişiyor. 


Özetlerken bile insanı esneten böyle bir hikayeyi anlatmak isteyebilir bir yönetmen, sonuçta klişe dediğimiz şey işe yaradığı için klişe olmuş. Fakat en azından bu klişenin icrasında bir tarz yenilik, üslupta bir farklılık gözetilmesini bekliyor seyirci haliyle. Fuqua'nın hiç o taraklarda bezi yok, olabilecek en düz biçimde çekmiş filmini. Adını aksiyon filmleriyle duyurmuş bir yönetmen neticede, aksiyon sahnelerinde belli bir yaratıcılık var mı diye bakıyorsunuz, hak getire.
 

 
Final çatışması süpermarkette geçen bir film bu -olay mekan da değil aslında,sonuçta tüm zamanların en iyi aksiyonlarından olan "Police Story"nin finali de AVM'de geçer mesela, ama orada bir Jackie Chan faktörü var tabii ki-. Televizyon dizilerinde bile aksiyona daha fazla ihtimam gösteriliyor artık. Kurgu zaten evlere şenlik; böylesi hikayenin nereye gideceği daha onuncu dakikasına varılmadan kestirilen bir filmin 2 saati aşkın bir süreye sahip olmaya hakkı yok,seyirciye ayıp,fani ömre sahip varlıklarız sonuçta. O kadar gereksiz uzatılmış sahne var ki, fazlalıkları atılsa 85-90 dakikaya inmesi mümkündür herhalde. Yavaş çekimler bir 10-15 dakikayı rahat alıyor olabilir zaten; Denzel adam pataklar yavaş çekim; Denzel bi yeri bombalar,ağır ağır uzaklaşmasını seyrederiz yavaş çekim,yer gök yerle yeksan olur Denzel'a kül temas etmez; Denzel finalde kötü adamın canına okur,yavaş çekimle yapar son hamlesini vs. O kadar demode klişeler o kadar demode bir biçimde filme alınmış ki insanın havasalası almıyor, yıl olmuş 2010lar nedir bu diye...
 
 
Denzel filmin hem güçlü hem de zayıf noktası. Sonuçta karizmatik bir aktör, oynadığı her filme ağırlığını koyabiliyor. Ama buradaki karakteri süper kahramandan hallice bir şey; tüm kötü adamlar bunun karşısında amatör, kimsenin ruhu duymadan her yere girip tek damla ter dökmeden herkesi öldürebilme yeteneğine sahip. Madem bu denli efektif bir ölüm makinası, ne diye amele işlerde takılıyor da Punisher gibi sistemin gitmediği yerlere adalet dağıtmıyor orası da meçhul; tamam o kızın hakkına girenleri hakladın, ya tanımadığın fahişeler ne olacak,onların sahip çıkılmaya ihtiyacı yok mu gibisinden deli sorular seyirci olarak sizin kafanızı kurcalarken farkediyorsunuz ki bildiğin kasım kasım kasılıyor Denzel Washington. Karşısına kötü adam olarak tüm kariyerini tek surat ifadesiyle geçirmiş Marton Csokas gibi kerameti kendinden menkul bir başka kasılma uzmanını koyunca tadından yenmiyor film. Normalde aralarında Anna Kendrick, Nina Dobrev ve Kelly Macdonald'ın bulunduğu yaşca daha büyük bir aktris tarafından canlandırılması planlanan ama seçmelerdeki performansıyla Fuqua'yı etkilemeyi başaran Chloe Moretz'e emanet edilen ergen fahişe Teri karakterinin de adamın kanına girip ortadan kaybolmak dışında bir işlevi yok, finale kadar da bir daha görünmüyor.
 
Filme dair söylenebilecek tek artı Harry Gregson-Williams'ın müzikleri. Gerçi onun aksiyon filmlerine yaptığı müziklerin hepsi birbirine benziyor acaip şekilde, bu da çok farklı değil ama McCall karakterinin artistik enytry yaptığı yerlerde giriş yapan temasıyla diğerlerinden biraz ayrılabilmiş. Başkaca da bir şey yok. Fuqua bunun üstüne "Southpaw" ve "Magnificient Seven" gibi filmler çekerek özgünlük sularına yakın bir tarihte yanaşmayacağını ele güne ilan etmiş oldu ama gene de ümidimi kesmiş değilim, "Training Day" ve "Shooter"ı yapan adam hala içerilerde bir yerlerde, onun oradan çekip çıkaracak yiğit senaristi bekliyor.