Cuma, Mayıs 14, 2021

Gamer (2009) - Mark Neveldine & Brian Taylor


Aradan geçen 12 yılın ardından "Gamer"ın tasvir ettiği eğlence anlayışı her ne kadar filmde gösterildiği ölçüde aşırı boyutlara ulaşmasa da "Fortnite" gibi oyunların aldığı fenomen statüsü ve insanların webspace üzerinden başkalarını kontrol etmelerinin örneklerinin yavaş yavaş görülmeye başladığı düşünüldüğünde filmin kehanetlerinin makullukten çok da uzak çıkmadıklarını söylemek mümkün. Özellikle Brian Taylor'ın geçtiğimiz yıllarda verdiği bir röportajda ne kendisinin ne de Neveldine'in o kadar da sıkı bir oyuncu olmadıklarını beyan ettiklerini düşününce filmin sahip olduğu öngörüyü takdir etmemek imkansız.


Gene de filmin söylemeye çalıştığı şeyleri tüm o kaosun içinde kaçırmak da gayet olası. Bir önceki yazının konusu olan "Death Race"te olduğu gibi hapishane mahkumlarının ölümüne birbiriyle yarıştırıldığı, çok da uzak olmayan bir geleceği anlatıyor "Gamer". Yalnız mahkumların sağ kalması gereken şey bu sefer kanlı araba yarışları değil, bildiğimiz kanlı canlı çatışmalar. "Slayer" ismindeki bu oyunda beyinlerine yerleştirilen Nanex isimli bir aparat sayesinde başkaları tarafından kontol edilebilir hale gelen mahkumlar bu oyuncuların performanları ölçüsünde oyundan sağ çıkmayı başarıyorlar. Simon Silverton (Logan Lerman) ve avatarı Kable (Gerard Butler) bu oyunun kralları ve Kable'ın özgürlüğünü kazanmasına birkaç oyun var. Sözde tabii ki. Oyunun ve nanex teknolojisinin yaratıcısı Ken Castle'ın (Michael C.Hall) Kable ile geçmişi oyunun öncesine gidiyor ve haliyle kendisiyle ilgili başka planları var. 


Yönetmenlik öncesinde bolca kamera oparatörlüğü yapmış Neveldine ve Taylor'ın aksiyon anlayışları kamerayı ana karaktere yapıştırıp peşinde koşturmak üzerine kurulu (özellikle Neveldine'in ayağına paten eline de kamera alıp karakterlerin dibinde gezmesi bu tarzın en belirgin yanı). Dolayısıyla 3.şahıs FPS'leri andıran bu görsel anlayış filmin konusuyla uyumlu bir biçim haline geliyor bir nevi. Normalde sallanan kameranın suyunu çıkaran aksiyona sahnelerinden zerre hazzetmmem ama ikilinin bu alanda o kadar dinamik bir sahneleme anlayışı var ki ister istemez takdir ettiriyor kendini. Taylor'ın verdiği röportajdan öğrendiğimiz kadarıyla çekim dışı zamanları ağır şekilde alkol alarak geçiren ikili bu kafa güzellik halinin sayesinde hem Kable'ın oyundan kaçışı gibi kompleks sahneleri 2 gün gibi bu tarz bir yapım için mucize denebilecek bir sürede kotarmayı başarmakla kalmayıp filmlerine değişik bir enerji de enjekte etmeyi başarmışlar. Öte yandan bu görselliğin herkese hitap etmeyeceği de kesin, ki yönetmenlerin tarzlarındaki bölücülüğün hissedilir olduğu yegane yer aksiyon da değil zaten. 


İkilinin tüm zamanların en ilginç ve en iğrenç filmlerinden biri olan "Crank:High Voltage"ın öncesinde çektikleri "Gamer" her ne kadar o film kadar iç kaldırıcı olmasa da özellikle Castle'ın Sims çakması diğer oyunu "Society" içinde geçen bölümlerde zevksizliğin sınırlarını zorluyor yer yer. İşin ilginç yanı bu oyundaki ucubelikleri ayrıntılı bir şekilde göstermekten kendilerini alamayan Neveldine/Taylor kızının velayetini alabilmek için bu oyunda rol almak durumunda kalan Kable'ın karısı (Amber Valetta) karakteri üzerinden tüm o iğrençliklerin altındaki trajediyi de yakalamayı başarıyorlar bir şekilde. Aynı şey "Slayer" içinde bir oyundan sağ çıkmaları halinde özgürlüklerine kavuşacakları vaadiyle oyunda NPC (non-playing character) olarak yer almayı kabul eden mahkumların yüzlerindeki dehşet ve çaresizliği gördüğümüz sahnelerde de geçerli. Filmografileri içinde ton olarak en oradan oraya atlayan film bu zaten, filmi seyrederken yeri geldiğinde üzüntü, tiksinti, heyecan ve finaldeki müzikal kısmı da hesaba kattığımızda dans etme hissiyatına bile kapılmak mümkün. Evet, finalde Castle'ın nanexler sayesinde mahkumları istediği gibi kontrol edebileceğini göstermek için Kable için sergilediği bir dans koreografisi de mevcut.


Brian Taylor ve Mark Neveldine 2000'lere bomba gibi düşüp aynı hızla gözden kaybolan iki isim oldu. Filmleri o kadar alışılmışın dışındaydı ki gişe anlamında hüsrana uğramamaları neredeyse imkansız gibiydi, hal böyle olunca stüdyolar da bu ikilinin çılgınlıklarını finanse etmek için bir neden görmediler. Her ne kadar aşırılıkları ve bayağı şeylere dair saplantıları hiç bir şekilde bir izleyici olarak bana hitap etmese de bu eğilimleri iyi bir yapımcının elinde bir nebze törpülendiği takdirde Hollywood'un en orjinal vizyonerleri arasında yer alabilecekleri kanaatindeyim bir sinemasever olarak. O yüzden her yeni projeleri duyurulduğunda ilk izleyenleri arasında yer almaya çalışıyorum ve neticede ya son derece orjinal (Happy sezon 1) ya da tahammülfersa (Happy Sezon 2) bir şey izlemiş oluyorum ama her daim gördüğüm şey sıradanlıktan uzak bir şey oluyor.