Perşembe, Aralık 08, 2022

Enola Holmes 2


Popüler kültüre iyice yerleşmiş bir erkek karakter üzerinden kadın kahraman yaratma akımının en arsız örneklerinden biriydi "Enola Holmes". Yanlış anlaşılmasın, Sarah Conner'lara, Ellen Ripley'lere saygımız sonsuz ama halihazırda erkek kahramanlar üzerine kurulmuş fikri mülklerin popülaritesini kullanıp reformist feminist hikayeler çıkarma gayretini de çok etik bulmuyorum açıkçası. Yapabiliyorsunuz özgün birşeyler koyun ortaya seyredelim. Ya da Charlize Theron'u taklit edin mesela, kadın "Atomic Blonde"dur "Furiosa"dır uğraşıyor en azından.


1888 İngiltere'sinde bir kibrit fabrikası üretim yöntemlerinde bir değişiklik yaparak kızıl fosfordan beyaza geçmeye karar verdi. Fabrika bu sayede baya kara geçse de bu değişiklik aynı zamanda işçilerini birer birer hasta edip telef etmeye başladı. Sanayi devrimine yaraşır bir şekilde fabrika yönetimini bunu göz ardı etmekte bir beis görmedi tabi. Diğer taraftan işçiler için bu bardağı taşıran son damlaydı çünkü üç kuruş para için köle gibi çalıştıkları yetmiyormuş gibi ıvır zıvır hatalar yüzünden fırça yiyip yerine göre para cezası alıyorlardı.


Bu grev hareketini kendisine fon yapıyor "EH2"nin girişinde Enola'nın genç yaşında kendi dedektiflik ajansını kurduğunu öğreniyoruz. Gel gör ki ilk filmde yaşananları Sherlock'un becerisine mal etmekte genel popülasyon. Enola'nın genç bir kızcağız olmasının getirdiği ön yargı da var tabii. Derken bir gün bir kız çocuğu kızkardeşi Sarah'yı bulması için Enola'dan yardım istiyor(Bu Sarah, söz konusu grevin önemli figürlerinden birisi kabul edilen Sarah Chapman'ın ta kendisi). Hemen mevzuya atlayan Enola işe kızkardeşlerin çalıştığı kibrit fabrikasından başlıyor ve çok geçmeden Sarah'nın kayboluşu ile fabrika yönetimi arasında bir ilişki olduğunu idrak ediyor. 


Bu arada tekrar yolunun kesiştiği abisi Sherlock da uğraştığı son davadan yana dertli çünkü hükümet üyelerine şantaj yapan bir şahsı bulamamakta kendisi. Çok geçmeden iki davanın birbiriyle ilintili olduğunu görüyoruz tabii ki (SPOILER!!). Sherlock anlatısının en önemli figürlerinden olan Moriarty, Sherlock'un aradığı kişi. Bu filmler illa ki başat karakterleri cinsiyet değişimine maruz bırakacaklar ya buradaki Moriarty de tabii ki siyahi bir kadına dönüşmüş ama orada da tam bir kasting faciasına imza atmışlar. Neyse, bu Moriarty ile Enola'nın peşinde olduğu fabrika sahipleri arasında bir ilişki var. Fabrikatörün oğlu ile de Sarah arasında. Olay yüksek sosyete düzeyinde geçince ilk filmde tanıdığımız ve burada artık bir konta dönüşmüş olan Tewkesbury de bir şekilde olaya dahil oluyor ve Enola-Sherlock-Tewkesbury üçlüsü mevzunun köküne inmeye çalışıyorlar.


Feminik bir filmden bekleneceği üzere burada da olabildiğince tiksinç bir şekilde portrelenmiş bir erkek karakter filmin esas kötü adam pozisyonunu dolduruyor; David Thewlis tarafından canlandırılan yozlaşmış polis müfettişi Grail. Thewlis'ten çok hoşlanmasam da ağır başlı karakterleri canlandırma noktasında etkili bir aktördür, buradaki gibi kötülük timsali bir karakter içinse uygun bir tercih olmamış bence, fazla abartı ve karikatürize bir oyunculuk sergilemiş. Enola'nın bir noktada kendisini hapishane benzeri bir enstitü'de bulmasında da bu arkadaş etkili bir rol oynuyor. Elinden çok da bir iş gelmeyen Sherlock da çareyi ilk filmde de beliren siyahi obez ninja arkadaştan yardım istemekte buluyor, bu vesileyle bir başka hazzetmediğimiz aktris Helena Bonham Carter'ın anne Holmes da kurtarma operasyonuna dahil oluyor. En ufak bir inandırıcılık gayesi güdülmeksizin birer aksiyon kahramanına dönüştürülen bu iki bacı Enola'yı kurtarmayı başarıyorlar güçlü feminizmleriyle(!).


Bu arada Tewk ile Enola arasındaki yakınlaşma mevzuları da devam ediyor bir yandan ama güçlü bir kadından bekleneceği üzere aklını böyle şeylerle bulandırmak istemiyor Enola, o yüzden elinden geldiğince öteliyor oğlanı. Yani bu kafa yapısındaki bir filmin Enola'yı hetero yapması bile mucize ama aynı zamanda Tewk'ün de bir maskülenlik idolü olmak gibi bir iddiası yok zaten. Oynayan çocuğun bir hayli androjen sıfatı bir yana, oğlanın kıza dansetmeyi, kızın da oğlana dövüşmeyi öğrettiği bir ilişki bunların ki. Filmin bir noktasında Enola "ben ne zaman adam oldun dersem o zaman adam olursun" gibi bir cümle bile kuruyor hatta. İlk öpücük noktasında bile ilk adımı atan Enola oluyor ki Brown'ın senaryoda böyle bir sahne olmamasına rağmen doğaçlama yaparak oğlanı öpmesi sektördeki mahremiyet koordinatörlerinden bir tarafından eleştirildi geçtiğimiz günlerde.


Millie Bobby Brown esasında gerek güzelliği gerekse de oyunculuğu ile filmi izlemek için yegane neden olsa da en nihayetinde sempati duyması hiç de kolay olmayan bir karaktere hayat verdiği de bir gerçek. Film alttan alta "ne kadar güçlü olursan ol, herkesin müttefike ihtiyacı vardır" mesajı vermeye çalışıyor ve Enola bunu gönülsüz gönülsüz kabullenenip gerek Sherlock, gerekse de Tewk ile daha yakın olana kadar Sherlock "sen geri dur" deyince kameraya bakarak triplere girmek gibi bir dolu ukala hareket izlemek zorunda kalıyoruz kendisinden. Cavill'in Sherlock'u da sağolsun namına yaraşır beceriklilikten yoksun olduğu yetmezmiş gibi kasıntı mı kasıntı. Cavill gibi yetenekli bir adam neden böyle bir yorum tercih etmiş anlamak mümkün değil. Oyuncu kadrosunun en parlak isimleri güzelliğiyle kendini belli etmeyi başaran Sarah Chapman rolündeki Hannah Dodd ve woke kasting anlayışının nadir isabetli örneklerinden olsa da olması gerekenden çok daha az sürede ekranda beliren Lestrade rolündeki Adeel Akhtar.


İlk filmi de yazmış olan senarist Jack Thorne esasında gayet kollektif bir hareket olan grev hadisesini Enola'ya bağlansın diye Sarah Chapman merkezli bir olguya dönüştürmüş. Otantik olmasa da bu tarz filmler için olağan bir uygulama. Öte yandan çok sürükleyici bir hikaye anlatımı yakalanamadığı gibi mesaj verip dönemin seksizmini ters yüz etme çılgınlığı ile hikayeyi ikinci plana atma noktasında hiç de imtina etmemiş kendisi yönetmenle birlikte. 
 

Pandemiye denk gelip Netflix'e devredilmeseydi bir devam filmine sahip olacağını hiç zannetmediğim "Enola Holmes" bu filmin finalindeki sürpriz karakter introsuna bakılırsa ikinci bir devam filmine sahip olacak gibi görünüyor. Heyecanla bekliyor olacak mıyız peki,elbette hayır.