Cuma, Aralık 02, 2022

The Raid (2011) - Gareth Evans


"The Raid"den önce Endonezya dövüş filmlerinden bahsetmek şöyle dursun Endonazya'da bir sinema endüstrisi olduğundan bile çoğu kimsenin haberi yoktu zannediyorum. İzleyen herkesi çoğu iri bütçeli Hollywood filminde bulunmayan kalitesiyle kendinden geçirmesinin arkasındaki en önemli saiklerden birisi bu global cahillik durumuydu bence. İşi daha da ilginç kılan şeyse filmin arkasındaki beynin bir Endonezyalı değil Galli bir sinemacı olmasıydı. Endonezya'da iyi filmler yapılabildiğini öğrenmekle kalmayıp Galler'den sinemacı çıktığına da şahit oluyorduk bu vesileyle. 


Peki Galler'den gelen bir yabancı Endonezya'da nasıl böyle üst düzey bir film yapmayı başarabilmişti? İşin aslı sinemacılık eğitimi almış olmasına rağmen ülkesinde çok iş imkanı bulamayan genç Gareth Evans, Endonezya kökenli eşinin yardımıyla Endonezya'nın ulusal dövüş sanatı Pencak Silat hakkında bir belgesel yapma işi kapmayı başarmış ve bu vesileyle ileride yakınen çalışacağı İko Uwais ve Yayan Ruhian gibi birçok usta Silat icracısı ile tanışma şansı bulmuştu. Belgesel çekimleri esnasında Silat'ın sinematik potansiyelinin ayırdına varan Evans'ın başrole Uwais'i koyarak bir bir dövüş çekme fikrinin ilk nüveleri de bu sayede atılmış oldu. Bu beyin fırtınasının ilk ürünü olan 2009 tarihli "Merantau" sıfır tecrübeyle yolan çıkan kamera önü ve arkasındaki ekip için bir eğitim işlevi görmesinin yanı sıra Silat'ı uluslararası seyirciye tanıtma yolunda atılmış da bir adımdı aynı zamanda. "Merantau" izleyenin ağzında hoş bir tat bırakmış olsa da çıktığı vakitler öyle tozu dumana kattığı söylenemez ama ekibi daha iddialı işlere imza atma yolunda teşvik etmişti bir kere.


Bu noktada Evans'ın kafasında "Berandal" isminde bir hikaye vardı, hatta ön prodüksiyon çalışmalarına başlanmıştı bile. Fakat hikaye için öngörülen bütçe yapımcıların gözünü korkutunca ölçeği daha küçük bir projeyle devam etmek durumunda kalan Evans, Raid"in hikayesiyle çıkageldi ve bir efsane bu vesileyle doğmuş oldu.


Orjinal adıyla Serbuan Maut (Türkçesi Kanlı Baskın), ismiyle müsemma bir şekilde bir polis baskınının hikayesi. Hikayenin girişinde ana karakterimiz Rama'yı baskın öncesi kendi ev ortamında görüp kendisi hakkında az biraz fikir edindikten sonra direk baskın kısmına giriş yapıyoruz. 15 katlı bir binadaki suç baronunu alıp götürmek amaçlı bu akın elbette ki beklendiği gibi gitmiyor ve polisler kendilerini ölümcül bir cenderenin içinde buluyorlar. Süre ilerledikçe sıkıntının kaynağının tümüyle suçlular menşeli olmadığını öğrenmekle kalmayıp Rama'ya dair de sürpriz bazı şeylere vakıf olduğumuz hikaye, gayet rafine ve bir o kadar da takip edilebilir bir yapıya sahip. Bir dövüş filmini kimse senaryosundan ötürü izlemez, hikaye bizi bir dövüş sahnesinden diğerine götürmek için bir araçtır sadece ama "Raid"in senaryosu bu saiki yerine getirmekle kalmayıp karakterlerini tümüyle tanıtmaya vakit ayırmasa da ne tarz insanlar olduklarına dair nüveler sunmayı biliyor, son tahlilde kimin için endişelenmemiz gerektiği ve kimden tırsmamız gerektiğine dair net bir fikrimiz oluyor böylelikle.


"Raid"i bugün bir klasik olarak kabul edilmesine vesile olan dövüş sahneleri ise tek kelimeyle nefes kesici. Dövüş sahnelerinin koreografisi hazırlanırken hangi vuruşu hangi açıyla çekeceğine net bir şekilde karar veren Evans, sete ne çekeceğine dair net bir fikirle gelmesinin avantajını çekimler için benimsenen pratik tercihler vesilesiyle pekiştirmeyi başarmış. Kullanılan Panasonic AF100 dijital kamera Evans'a istediği resimleri elde edip etmediğini anlık olarak kontrol etme imkanı sağlarken aynı zamanda setuplar arasında sahneleri bilgisayarında kurgulayabilmesine de yol açmış, böylelikle kompleks sahnelerle dolu çekim süreci daha akıcı bir şekilde ilerleyebilmiş. Kameranın takıldığı figrig isimli aparat hem  dövüşleri daha yakınen hissetmemizi sağlayacak derecede kameranın sallanmasına hem de ne olup bittiğini anlayamıyacak, popüler aksiyon sinemasının hastalıklarından "shaky cam" sularından da uzak durulmasına yardımcı olmuş.


Filmin dövüş sahnelerini tasarlarken Evans'ın özellikle dikkat ettiği iki önemli husus, filmi benzerlerinden öne çıkaran en önemli faktörlerin başını çekiyor bana göre. Bunlardan birincisi polislerin cephaneleri bitene kadar tüm mücadeleyi silahla vermeleri ve ancak bu noktadan sonra tekmelerin konuşmaya başlaması. Çoğu dövüş filmini izlerken bir seyirci olarak mantık devrelerimizi kapatmaya zorlayan hususlardan biri bu olagelmiştir hep, elinde silahla karşısındaki adamı kolayca haklayabilecek birisi neden dövüşmeyi tercih etsin? Evans bu sorunu ustaca bertaraf ederken ikinci kritik noktada da azami başarı gösteriyor; esas karakterimiz birden fazla adamla dövüşürken birilerinin karenin içinde atak yapmak için sıralarını beklerlerken görülmemesi hususu. Çoğunluğun yere göğe sığdıramadığı "John Wick" filmlerini benim için keyifsiz kılan en önemli nokta bu oldu hep zira Keanu birini döverken ekranın kenarında duran diğer dublörün kendi dayak sırasını beklediğini idrak ediyorum ben, Chad Stahelski'nin tüm aksiyonu geniş açıyla ve kesmedene çekme yaklaşımı sağ olsun. "Raid"de böyle birşeyin yaşanmaması gerek Evans gerekse de dövüşlerden sorumlu İko Uwais ve Yayan Ruhian'ın en önemli önceliği olmuş ve izlerken bunu görebiliyorsunuz. Hal böyleyken bize de ağzımız açık bir şekilde ekrandaki karmaşayı izlemek kalıyor çünkü başta Uwais olmak üzere tüm dublör ekibi dört dörtlük bir iş çıkarıyorlar. 

Dövüşler son derece keyifli bir şekilde tasarlanıp filme alınmışlar ve Evans'ın eklediğini vahşet sosu sayesinde etkileyicilikleri bir kat daha artmış. Burada her bir sahneyi ayrı ayrı örnek gösterebiliriz ama özellikle Yayan Ruhian'ın canlandırdığı Mad Dog karakteri ile olan final sahnesinde izlediğimiz dövüşün artık epik boyutlara ulaştığını söylemek mümkün. Bunda büyük payı olan hususlardan biri de filmin en büyük artılarından olan Mike Shinoda'nın müzikleri. Filmi TIFF'de izleyip hemen satın alan Sony yetkililerinin ricası üzerine Mike Shinoda ve Joe Trapanese tarafından filme yeni müzik yapılmasını kabul eden Evans, her ne kadar önceki müzikleri dinlememiş olsam da Shinoda'nın dahil olmadığı ikinci filmi izledikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki hayatının en doğru kararlarından birini vermiş çünkü Shinoda'nın katkılarıyla filmin seviyesi 10'sa 12'lere 15'lere çıkmış. Soundtrack albümünün neredeyse tamamı keyifle dinleniyor ama özellikle baskın yapanların hapı yuttuklarını ritmik bir şekilde kulağımıza saldığı ambulans benzeri bir sesle başlayıp sonrasından şahane bir ritme kavuşan "We have company", el bombasından sonra çalan "Moving Up Pt.1", Rama'nın kasap bıçaklı çetenin hakkından geldiği sahnede kullanılan "Machete Standoff", sahnenin bugün klasik hale gelmesinde katkısının büyük olduğu uyuşturucu laboratuarındaki dövüş sahnesinde yer alan müthiş tekno "Drug Lab" ve ritimle yaylıların birbirine güzelce harmanlandığı ve finaldeki dövüşe yukarıda belirttiğimiz epikliği eklemlemekte başat rol oynayan "Putting a Mad Dog down" albümün en güzide parçaları.


Uwais'in resmen bir tank gibi, tüm filmi dövüş zarafetiyle taşımayı başardığı "Raid" dövüş filmleri tarihinde artık köşe taşlarından biri kabul edilirken Uwais'i de kendisinden birkaç yıl önce sinemaseverleri kendine hayran bırakan Tony Jaa ve Scott Adkins'le birlikte dövüş filmlerinin yeni idollerinden biri haline getirmişti, halen de bu statüsünü koruyor neyse ki. Bu tarz filmlere kıyısından köşesinden merakı olan kesinlikle es geçmemesi gerek bir klasik.