Çarşamba, Şubat 14, 2024

The Beekeeper


David Ayer-Kurt Wimmer-Jason Statham üçlüsünün "The Beekeeper" isimli bir film yapmaya başladıklarını ilk duyduğumda çok da bir beklentim yoktu açıkçası. Bir ara baya sükse yapmış Ayer'in "Suicide Squad" sonrası düşüşe geçen kariyerinin gidişatı için çok da ideal bir adım gibi görünmemişti. Çıkan ilk fragman da çok öyle umut aşılayan bir yapıya sahip değildi. Hele stüdyoların ölü ay kabul ettikleri ve çok ümitli olmadıkları filmleri dehledikleri Ocak ayında gösterime girecek olması duruma iyice tüy dikmişti. Tüm bu göstergeler ışığında sadece ben değil makul bir çoğunluğun da batmasını beklediği "Beekeeper" hem geçen yılki grevlerden fena etkilenip 2024'ün başlarını resmen yeni film kıtlığı içinde geçiren ABD gişelerinde zirveye tırmanmakla kalmadı, gerek izleyiciler gerekse eleştirmenler nezdinde de fena eleştiriler almayı başararak herkesi ters köşe yapmayı başardı.


İnternette birçoklarınca "John Wick"le karşılaştırılsa da esasında ilk "Equalizer"ın karbon kopyası bir yapım "Beekeeper"; orada Denzel Rus kadın tacirlerine hadlerini bildiriyordu, burada da Jason Statham kripto dolandırıcılarının tepesine çöküyor. Stath emekli bir derin devlet ölüm makinesini canlandırıyor burada, o kadar derin ki çoğu kimsenin ait olduğu bu "arıcı" programından haberi bile yok. Öyle sıradan bir program olmadığını öğreniyoruz bunun, felsefesi falan var; arılara yakışır şekilde kovanı korumayı kendine şiar edinen, bu yolda gerekirse kraliçe arıya kıymaktan da imtina etmeyecek bir oluşum. İşte buradan mezun olup vakti zamanında hizmetini en üstün bir biçimde ifa etmiş Stath, yaşlı bir kadının çiftliğine sığınmış, arılarıyla vakit geçirmekte artık. Ta ki dolandırıcı bir şebeke yaşlı kadının tüm parasına çökerek intihara sürükleyene kadar. Bu noktadan sonra Beekeeper yeminini bozup bu dolandırıcıların analarından emdiği sütü burunlarından getirene kadar durmamak üzere işe koyuluyor.


Yukarıda anlattığım paragrafı 15 dakikada geçiştirip direk aksiyona dalıyor yönetmen Ayer. Yaşlı kadınla Stath arasındaki bağ, yaşlı kadını çat diye kendini vurmaya iten psikolojik altyapı vesaire, hepsini seyircinin hayalgücüne bırakmayı tercih ediyor yönetmen ve senarist. Özgünlük arayışında olan kimsenin yanına yaklaşmaması gereken bir yapım "Beekeeper" ama türevi olduğu filmlerin sahip cazibeye kendisi de sahip aynı zamanda. Seyircinin özdeşleşebileceği bir ölüm makinesi bir grup pisliğin çanına ot tıkıyor neticede, her daim izleyici bulmaya bundan daha teşne konsept bulmak çok güç, Ayer'le Wimmer de bunu sağdıkça sağıyor. Yönetmenin kendi yazdığı filmlerdeki realizme burada rastlamak mümkün olmamakla birlikte daha önce "Street Kings"de de beraber çalıştığı Wimmer ile uyumlu bir ikili oluşturdukları aşikar. Özellikle esas kötü adamımızın aile bağlarının filmin ilerleyen kısımlarında ortaya çıkmasıyla hikayenin Ayer ile Wimmer'in hassasiyetlerinin kesiştiği bir noktaya ulaştığı söylenebilir aslında. 


Filmin aksiyonu insanın ağzını açık bırakacak düzeyde olmasa da belli bir tatmin ediciliğe sahip. Statham bu tarz rolleri oynamak için doğmuş bir aktör zaten, gerçi karakterinin adını taşıyan bir film olduğunu düşününce fazla seyrek belirdiğini düşünenler de yok değil. Bu noktada devreye girip hikayenin motoru olma görevini üstlenen afro saçlı zenci hatun ise filmin en zayıf halkası maalesef, ne bir inandırıcılığı var ne de bir çekiciliği, kasting israfı resmen. Öte yandan Jeremy Irons gibi üst düzey aktörleri böyle janr filmlerinde izlemek hep keyiflidir, burada da durum değişmiyor, keşke Josh Htiutcherson yerine baş kötü adam pozisyonunu o doldurasamış ama yapacak bir şey yok. Neticede çok bir beklentiye girmeden izlendiğinde keyif almanın mümkün olduğu, sinemasal anlamda kurak geçeceğe benzeyen 2024'e başlangıç yapmak için ideal bir tercih "The Beekeeper".