Perşembe, Nisan 29, 2010

Calvaire


Hayatını huzurevleri gibi yerlerde şarkılı varyeteler yaparak kazanan Marc, noel öncesi yeni programına yapacağı yere giderken ormanlık bi yerde arabası bozuluyor. Yağmurlu havada sığınacak bi mekana ihtiyacı olan Marc, o havada kapkaranlık ortamda köpeğini aradığını söyleyen bi spastiğin aklına uyup yakınlardaki bi pansiyona gidiyor. Marc'tan başka bi Allah'ın kulunun bulunmadığı bu mekanı işleten adam kendisinin de eski bir sahne sanatçısı olduğunu, başka bir sanatçıyı ağırlamaktan keyif alacağını, bozulan arabayı da tamir edebileceğini söylüyor. Bir uyarıda bulunmaktan da kendini alamıyor: "sakın kasabaya gitme, ordakiler kötü insanlar".  Hakkaten de dediği gibi kasabalılar pek sağlam ayakkabı değil zira canı sıkılıp dolaşmaya çıkan Marc, yakınlarda bi ahırda bi grup kasabalının yavru bi domuzla halvet olduklarına şahit oluyor! Ama gel gör ki otel sahibi de pek tekin bi herif değil, her hareketinde bi dengesizlik farkediliyor. Zaten bi süre sonra da adam gerçek yüzünü gösterip talihsiz Marc'a dünyayı dar ediyor.

Fransa-Belçika-Lüksemburg ortak yapımı olan, mekan olarak Belçika'yı seçen 2004 yapımı "Calvaire" fransızcada çile anlamına bi kelimeymiş. Hakkaten de filmi izledikten sonra daha uygun bi isim bulunamazdı heralde diye düşünüyorsunuz. Yönetmen Fabrice Du Welz filminin sevme ve sevilme ihtiyacı üzerine olduğunu ifade etmiş bi röportajında, ilk başta saçmalamış gibi görünse de yerinde bi tespitte bulunmuş aslında. Filmin başında huzurevinde şarkıcıya ilgilerini açığa vuran kadınlardan tutun da kendisini terkeden karısının yerine onu hatırlatan herhangi birini koyacak denli yalnızlık içinde olan otel sahibine, yada domuzlar oynaşmak dışında meyhanede birbirleriyle dans etmekten de hoşlanır görünen kasabalılara kadar herkesin temel derdi bu aslında. Ama hikaye akışında bunu o kadar zıvanadan çıkmış bi biçimde dışarı vuruyolar ki ortada sevgi falan değil, bir sapkınlık ve cinnet hali kalıyor. Otel sahibi karısının hasretiyle yanıp tutuşurken kasabalılar da aynı duygudan muzdarip görünüyorlar. Her ne kadar aralarındaki ilişki tam olarak açık edilmese de otelcinin karısının zamanında muhtemelen kasabalının da arzu nesnesi olduğu anlaşılıyor. Sonrasında kadın öldü mü kaçtı mı tam olarak bilemesek de arkada kalan adamlar onun yerine birisini koyma ihtiyacı içinde yanıp tutuşuyorlar. Marc'ın ortaya çıkması ise herkesin dikkatini ona yöneltmesine sebep oluyor ki bu Marc için sonun başlangıcı demek.


"Calvaire"in medeniyetten uzak, ücra yerleri dehşetin kaynağı haline getirmeyi amaç edinmiş korku filmleri içerisinde ayrıcalıklı bi yere sahip olacağı kesin zira insanı kıra bayıra çıkmaktan soğutacak denli yıpratıcı bi yapıt. Öyle oluk oluk kan akan, türlü türlü kesme biçme sahnesinin olduğu bi film olmamasına rağmen 88 dakikalık süresi içerisinde filmin merkezindeki şarkıcının ağzına resmen sıçılması yönüyle son on yıl içinde çekilmiş en rahatsız edici filmlerden biri muhtemelen. Yönetmen Du Welz, düşük ışıklandırma ve geleneksel anlatımdan uzak yönetmenliğiyle neredeyse minimalist bi korku filmine imza atmış, filmin tamamına yakınının müziksiz geçmesi de bu hissi pekiştiren özelliklerden biri. Başroldeki Laurent Lucas'tan arıza filmlerin arıza oyuncusu Philippe Nahon'a kadar tüm oyuncu kadrosu da filmin iticiliğine katkıda bulunuyorlar. Du Welz daha sonra başrolünde Emmanuelle Beart'ın olduğu "Vinyan" adlı bi fime imza attı, ki o filmin de başarılı bi yapım olduğu kulağımıza gelen duyumlar arasında. "Calvaire" kesinlikle herkese göre olmayan, beğenseniz bile bi daha izlemek istediğinizde tereddüte düşeceğiniz bi film, bu yüzden de ilginç bi deneyim.