Çarşamba, Nisan 07, 2010

Storm


Almanya sineması ile uluslarası platformda diğer ülke sinemalarından daha öne çıkan bi ülke bana göre. Korku türüne katkılarını bi tarafa koyarsak Fransız ve İspanyol sineması, gene Guy Ritchie-Matthew Vaughn ikilisini hariç tutarsak İngiliz sineması tat vermiyorlar. Birçoklarının hayranı olduğu uzakdoğu filmleri ise ele aldıkları her temayı ters yüz ederken bokunu çıkarmakla meşguller. Almanya ise Oliver Hirschbiegel, Tom Tykwer, Florian Henckel von Donnersmarck gibi yönetmenlerin kalburüstü filmleriyle izlemesi keyifli bi ülke. Hans-Christian Schmid de, her ne kadar ben bu filmle tanımış olsam da ülkesinin önde gelen yönetmenlerinden biri, geçtiğimiz ay içinde İstanbul Goethe-Institut de yönetmenin filmlerinden oluşan bi seçkiyi seyirciyle buluşturdu.


"Storm" temelini bosna savaşına dayandıran bir mahkeme draması. Savaş suçu işlediği gerekçesiyle tutuklanan bir sırp komutanın yargı sürecine tanık olarak iştirak eden bir bosnalının, ifadesinde tutarsızlıklar keşfedilmesinin ardından intihar etmesiyle ucu Bosna'daki toplu tecavüz kamplarına dayanan bir sırrın ifşası üzerine kurulu bir hikayeye sahip olan "Storm", ele aldığı konuyu ait olduğu türün gerekleriyle ele almayı başaran bir yapım. Hollywood'dan çıkmış başarılı örnekleriyle bilinen bu alt türün, Avrupa insan hakları mahkemesinde geçen versiyonu olarak nitelendirilebilir. Sadece biçimsel olarak değil, Bosna merkezli içeriğiyle de ilgi çeken bi yapım "Storm". Dennis Tanovic, Jasmila Zbanic gibi bosnalı yönetmenlerin yapıtları dışında, batı sinemasından da insanlık tarihinin şahit olduğu en büyük kitle kıyım hareketlerinden biri olan bu hadiseye eğilen filmler çıkmaya başladı. Konuyla alakalı ilk örnek aslında çok erken bir tarihte, 1997'de gelmişti aslında. Çekimleri işgalin sona ermesinden aylar sonra, adını aldığı şehirde gerçekleştirilen "Welcome to Sarajevo". Arada saçma sapan filmlere imza atsa da vicdanlı bi adam olduğunu bildiğimiz Michael Winterbottom'ın elinden çıkma bu film, daha külleri soğumamış bir savaşın yıkıntıları üzerine dramatik bir hikayeyi ajitasyona kaçmadan anlatmayı beceriyordu. Bir iki yıl önce ülkemizde de gösterime giren Richard Gere, Terence Howard ve Diane Krueger'in başrolünü oynadığı "The Hunting Party" de, her ne kadar başkarakterinin asıl travmasını "aşk" acısına bağlamak gibi son derece hollywoodvari bi saçmalığa imza atsa da, müstehzi tavrı ve yönetmeninin becerisi sayesinde bir sırp savaş suçlusunun yakalanma hikayesi üzerinden Bosna üzerine kelam etmeyi beceren bi filmdi. "Storm" ise savaşın suçlularından ziyade kurbanları üstüne eğilip adalet olgusunu tartışmaya açan bi film. Avrupa ülkelerinin savaş esnasındaki basiretsizliklerinin savaş sonrasında suçluları cezalandırmada da sürdüğünü gösterek eleştiri oklarını sağa sola savuran yapım, böylesine iki yüzlü bi adalet sisteminde bi suçlunun ceza almasını sağlamak adına cürümlerinin bir kısmını hasır altı etmeye göz mü yummalı yoksa ne pahasına olursa olsun tüm kirli sırları gün ışığına mı çıkarmalı sorusunu sorup, tereddütsüz de bir cevap veriyor. Schmid'in hikayeyi ele alış tarzı da Winterbottom'ı andırır biçimde gözlemci, seyirciyi çok manipüle etmeye yanaşmayan bi yaklaşım. Oyuncuların performansları filmin gücünün önemli bir parçası, özellikle "4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün" ile uluslararası üne kavuşan Anamaria Marinca savaş mağduru Bosnalı kadın rolünde döktürüyor, "Welcome to Sarajevo"nun da başrolünde de yer almış olan Stepen Dillane de hakeza şahane bir oyunculuk sergiliyor.

Geçtiğimiz yıl Berlinale'de Altın ayı için yarışan ama ödülü Peru yapımı "Milk of Sorrow"a kaptıran "Storm", gene de yönetmenine festivalde üç ödül kazandırmıştı. Halihazırda Schmid'in sinemasıyla tanışmamış benim gibi cahiller için bu film iyi bi başlangıç olabilir.