Pazar, Ağustos 23, 2020

Brain On Fire (2016) - Gerard Barrett


New York Post gazetesi muhabiri Susannah Cahalan 20'li yaşlarının keyfini sürerken çeşitli sağlık sorunlarıyla karşılaşmaya başlar. Mütemadiyen yorgunluk, uykusuzluk ve benzeri şikayetler zamanla nöbet geçirmelere ve paranoyaya dönüşür. Hem iş hem de özel yaşantısını altüst etmeye başlayan bu durum karşısında doktorlardan aldığı cevap gece hayatına biraz ara vermesi ve alkolü azaltmasıdır. Oysa sağlık durumu her geçen daha kötüye gitmektedir ve bir süre sonra kendisini bilincini kaybetmiş bir şekilde hastanede bulur.
 

Cahalan'in yakalandığı ender ve o dönem henüz adı konmamış bir beyin rahatsızlığıyla cebelleşmesini konu edinen "Brain on Fire: My Month of Madness" isimli hatırattan uyarlanan "Brain On Fire" 90 dakikaya yayılmış bir "House" bölümü gibi ilerliyor. Normalde "House"un title seansından önceki 3 dakikasını verdiği, hastalığın zuhur edip kişiyi hastanelik ediş bölümü filmin ilk yarım saatini kapsarken, hastalığın ilerleyişi ve gelişimi sürenin geri kalanını doldururuyor ve teşhis ile birlikte son buluyor film. 

Kitabın senaryoya dökümü işini de üstlenen genç İrlandalı yönetmen Barrett, hastalığın yanlış ve önyargılı doktorlar elinde keşfedilememesi sürecini ana karakterin bu süreçte hayatının ellerinden kayıp gitmesiyle bir arada anlatmaya çalışıyor. 45 dakikada anlatılabilecek bu süreç 90 dakikaya yayılınca yer yer filmin sarkması durumu söz konusu olsa da yönetmen gene de seyircinin dikkatini elinde tutmayı başarıyor. Bu noktada başroldeki Moretz'in katkısı da büyük; kendini verebileceği bir senaryo denk geldiği takdirde neler yapabileceğini gösteren aktris, karakterin fiziksel ve psikolojik ıstırabını yansıtmayı başararak seyircinin filme bağlanmasını da kolaylaştırıyor. 
 
 
 
Gerçi kastın geri kalanı için benzeri methiyeler düzmek biraz güç. Carrie Anne-Moss, Richard Armitage, Thomas Mann ve Jenny Slate esasında gayet iyi oyuncular ama mesela Armitage baba rolünde gereksiz abartılı bir performans sergilerken, Moss da annede lüzumundan fazla bir serin kanlılık içinde. Ve ikisi de fiziksel açıdan Moretz'le çok alakasızlar, anne babası olduklarına seyirci olarak ben kendimi inandıramadım şahsen. Mann ve Slate de her an bir muziplik yapıp ortalığı şenlendireceklermiş gibi bir surat edasıyla ortalıkta geziyorlar, mevzu bahis hikayenin ciddiyetine adapte olamamış gibiler. İlginç bir şekilde Moretz dışında kastın en iyisi gazetenin yazı işleri müdürü rolüne cuk oturan Tyler Perry olmuş.


"Brain On Fire"ın seyirci karşısına çıkma süreci biraz sancılı olmuş. Charlize Theron'un haklarını 2014'te satın aldığı film için önceleri Dakota Fanning'in oynaması düşünülürken program sıkışıklığı nedeniyle projeden ayrılmak zorunda kalan Fanning'in yerini Moretz almış. 2016 Toronta'da ilk kez seyirci karşısına çıkan film, dağıtımcı firmanın su koyvermesi sonucu sinemaları pas geçerek Netflix'e satılmış ve ancak 2018'de seyirci karşısına çıkabilmiş. Hastene merkezli dizilerin aksine hastalık konulu filmleri pek kimse izlemek istemediği için pek sık yapılan filmler olmuyorlar, dolayısıyla "Brain on Fire" gibi örnekleri sahip çıkarak izleyip izlettirmek önemli. Sonuçta seyirciye görmek istemeyecekleri şeyleri gösterme potansiyeli taşımaları itibariyle önemli filmler.