Luc Besson bu filmle piyasaya çıktığı zamanlarda "Leon" ve "The 5th Element" ile 90'ları fethettikten sonra "Joan of Arc" ile daha yükseklere gözünü dikip yüzüstü çakılmasının üzerinden 6 yıl geçmiş, yapımcılık kimliği almış başını yürümüş ve yeni milenyumun başlarında ortalık Besson markasıyla piyasaya sürülen Fransız menşeli aksiyon filmleriyle dolmuştu. Louis Leterrier ("Unleashed", "Transporter 2", "Now You See Me"), Chris Nahon ("Kiss of The Dragon", "Empire of The Wolves", "Blood:The Last Vampire"), Pierre Morel ("Banlieu 13", "Taken") gibi bir çok isim kariyerlerine bu şekilde start verdiler ki ortaya koydukları ürünlerin kalitesindeki değişkenlik göz önüne alınınca bu ne derece iyi bir şey tartışılır.
Besson belki de yukarıda bahsi geçen karlı yapımcılık döneminin bir yan ürünü olarak o dönemler 10 filmle kariyerini noktalayacağına dair beyanatlar vermesiyle gündeme gelmişti, niye böyle bir şey yapacağına anlam verebilen ya da kendisi dahil bir açıklama getirebilen çıkmasa da. Gerçi bu beyanatları da fos çıktı zaten sonrasında, 2019 itibariyle yönettiği film sayısı 19 oldu. Gene de 2005 yılı için "Angel-A"ya dair acaba Besson un imzasını taşıyan izlediğimiz son film olabilir mi hissiyatını belirtmeden geçmemek lazım, en azından "Leon" ve "The 5th Element"in büyük hayranı birisi olarak.
"Angel-A", Jamel Debbouze'nin canlandırdığı Andre'nin hikayesi aslında. Peşi sıra verdiği bir dolu kötü kararın akabinde neredeyse tüm Paris şehrine borçlu hale gelen Andre çareyi intihar etmekte buluyor fakat bu noktada kendisinden önce davranan Angela yüzünden eylemini gerçekleştiremeyip onu kurtarmak durumunda kalıyor. Hayatını kendisine borçlu olduğunu söyleyen ve peşinden ayrılmayan bu kadının ismiyle müsemma hüviyetiyle tanışmamız çok gecikmiyor tabii ve Andre'nin hayatını düzene koymaya çalışmalarını izliyoruz sonrasında.
Debbouze sempatik bir aktör ve büründüğü karakteri seyirci için özdeşleşilebilir hale getirmekte zorlanmıyor. Dolayısıyla tüm falsolarına rağmen Andre'nin içinde bulunduğu çukurdan çıkmasını görmek istiyoruz. Tabii bu noktada kendisine yardımcı olan selvi boylu manken kılıklı bir kız yanında varken kim bu hedefe ulaşmakta zorlanır ki sorusu da beraberinde geliyor, artık o noktada kendinizi Besson'un hikayeceliğine bırakıp bırakmamak size kalmış. Şahsen ben filmin 2/3'lük bölümünün hikayeye sızan bu erkek fantazisi boyutunu aşarak sıcak ve samimi bir izlence sunduğu kanaatindeyim. Yönetmen ilk kez bu filmde tercih ettiği siyah-beyaz görüntüleriyle dibe vurmuşlarla yukarıdakilerin ve güzel ile çirkinin kontrastını sunmayı bir noktaya kadar başarıyor ve seyirciyi elinde tutuyor. Filmin son perdesinde Besson kendini kontrol edemeyip bu kurduğu yapının altına mayın koyuyor ve ezilen karakter ezenlerin dünyasının tadına bakıp yakayı kurtarmakla kalmadığı gibi çirkin de güzelin gönlünü çalmayı başarıyor. Bu dokunuşlar filmi pozitif mesajı olan bir hikayeden peri masalına çeviriyor.
Filmi izledikten sonra bir seyirci olarak bende bıraktığı his, tüm kusurlarına rağmen filmlerine masalsı bir sinema duygusunu aşılamayı başaran Besson sinemasını özlediğim oldu. Geçtiğimiz yıl içinde hakkında çıkan taciz ve tecavüz suçlamalarından sonra yönetmenin yeni bir filmini izleme şansı edinebilecek miyiz ya da edinmeli miyiz sorularıyla birleşince filmin ağızda buruk bir tat bıraktığı bir gerçek.