Pazartesi, Nisan 26, 2021

The Falcon and the Winter Soldier


"Avengers:Endgame" muhtemelen geride bıraktığımız 10 yılın en büyük sinema olayıydı. Hele üstünden bir pandemi falan da geçtikten sonra geriye dönüp bakıldığında her şeyiyle bir dönemin sonuna işaret ettiği bile söylenebilir. O zamanlar bunu idrak edememiş olsak da sonunu gördümüz şeylerden biri de muhtemelen Marvel'in zirveye doğru yolculuğu idi muhtemelen zira ortaya koydukları dizilere bakılırsa "Endgame"den sonrası yokuş aşağı olacak.


Kolaylık olsun diye "FATWS" olarak hitap edebileceğimiz dizi, çizgi romanlarda da sık sık bir takım olarak karşımıza çıkan Sam Wilson ile Bucky Barnes'ın "Endgame" sonrası yolculuklarına odaklanıyor doğal olarak. Biz Steve Rogers'tan kalkanı devralan Sam'in yeni Captain America olarak göreve devam etmesini beklerken kimi çekincelerinden ötürü bunu reddettiğini görüyoruz ve bunların ne olduğunu hikaye ilerledikçe öğrenme şansımız oluyor. ABD hükümeti de madem sen istemiyosun biz de isteyen birini buluruz deyip John Walker (Wyatt Russell) isminde bir askere kalkanı teslim etmekte bir sakınca görmüyor. Sam bu duruma bozuluyor elbette ama ondan daha fazla uyuz olan birisi varsa o da Bucky ve o da haklı olarak çemkiriyor tabii Sam'e, bir kalkana sahip çıkamadın diyerekten. Bucky'nin kendi derdi başından aşkın halbuki, geçmiş günahları ile hesaplaşma çabaları pek de iyi gitmiyor


Hayat üzerlerine başka gaileler attığı için bu konu üzerinde çok duramıyorlar tabii. Thanos'un marifetiyle 5 yıl boyunca evrenden silinen insan oğullarının geri dönüşü dünya çapında bir emlak ve istihdam sıkıntısı yaratmış anlaşılan, onların yokluğunda keyfi yerinde olanlar geri dönüşle birlikte yerlerinden edilip göçmen konumuna düşmüşler. Kali ismindeki tıfıl bir kızın lideri olduğu, kendilerini Flag Smashers diye adlandırmayı münasip görmüş bir grup da buna karşı mücadele vermenin en iyi yolunun birkaç süper asker serumuna erişip kendilerini yenilmez yaparak ortalığı terörize etmekten geçtiğine kanaat getirmişler. Yani galiba, tam olarak neyi başarmaya çalıştıklarını anlamak pek mümkün olmuyor dizi boyunca. Zaten karşılarında çok geçmeden Sam, Bucky ve kalkanı hakettiğini ele güne kanıtlama aşkıyla yanıp tutuşan yeni Kaptan Amerika üçlüsünü buluyorlar. Bu Flag tayfası ergenler tarafından ikide bir tokatlanmak Walker'daki bu eziklik hissiyatının pekişmesine vesile oluyor tabii. Bu süper asker serumu da ne menem bir şeyse içen sadece fiziksel olarak çok güçlenmiş olmakla kalmıyor, hepsi kara kuşak MMA şampiyonuna dönüşüyor mübarek, bu işin yıllarca eğitimini almış adamları kolayca alaşağı edebiliyorlar.

(Spoiler!!!)

Böyle ayrı kanallardan akıp giden dramalar yaratmanın derdinde dizi ama çoğunun altını doldurmaktan aciz. Bu flag smashers mevzusu çıkış noktası itibariyle ilginç olsa da işlenişi itibariyle derinlikten uzak ve feci şekilde kastingden kaybediyor. Zaten iyi tasarlanamamış olmaktan muzdarip Karli'yi oynasın diye buldukları kızıl kıvırcık kız çocuğunu görünce ne karakteri ne de karakter üzerinden anlatılmak istenenleri kaale almak tümden zorlaşıyor. Kötü adamınız ve davası ne kadar iyiyse filminiz-diziniz de o kadar iyi, bunu her zaman belirtiyoruz. Bu minvalde derinliği olmayan bir karakteri yetersiz bir oyuncuya teslim etmek iyice ölüm fermanı oluyor dizi için. Bu durum MCU'nun en başarılı kötü adamlarından olan Zemo'nun (Daniel Brühl) devreye girdiği bölümlerde özellikle  hissediliyor, Zemo'lu bölümlerde dizi sınıf atlarken piyasadan çekildiğinde yokluğunu hissettiriyor. ABD'de iyice zıvanadan çıkan woke kültürünün başımıza sardığı bir bela bu da; bacak kadar bir kızın izbandut gibi adamları tefe koyduğunu izlememizi istedikleri yetmiyormuş gibi herşeyiyle itici olan bu karakterle özdeşleşmemiz bekleniyor. Dizinin sonunda Rabbine kavuşmasını dramatik bir hadise gibi karşılamamız isteniyor bizden halbuki hepimizin aklındaki yegane düşünce "biri şunu öldürsün" oluyor.

Politik doğruculuk rüzgarının efil efil estiği hikayelerden biri de Sam'inki. Malum geçen yıl George Floyd hadisesi ile birlikte tekrar çirkin yüzünü göstermişti ırkçılık hadisesi. O yüzden bu yıl izleyici karşısına çıkan yapımlarda siyahilerin kimlik politikalarına ilişkin hikayeler rastlıyoruz sık sık. Bir yere kadar makul karşılanabilir bir şey bu ama şimdiye kadar filmlerde bu mevzularda hiç sıkıntı yaşar bir hali varmış gibi görünmemiş Sam'i sırf bu yüzden kalkanı sahiplenmekten imtina ediyor şekilde tasvir etmek bir hayli zorlama duruyor burada. Hele finalde karakterin ağzından dinlediğimiz uzun bir vaaz kısmı var ki iyice kulak tırmalıyor. Zaten çizgi romandaki tasarıma sadık kalacaz diye üzerine saçma sapan bir kıyafet giydirmişler, bir de o kılıkla millete akıl dağıtması evlete şenlik bir görüntü oluşturuyor.


Dizinin Zemo dışında işlevsel yegane ögesi Bucky ve oyunculuğı ile Sebastian Stan. Aktörün böyle cepheden bakınca ben ne arıyorum burda havası veren bir oyunculuğu var ama beklenmedik yerlerde ufak bir iki nüansla performansını etkileyici hale getirmeyi başarıyor ki takdir etmekten kendinizi alamıyorsunuz. Bucky'nin geçmişinin kefaretini ödemeye çalışması üzerinden ilerleyen hikayesi de takibi ve özdeşleşmesi kolay bir hikaye, keşke Falcon'dan bağımsız sadece bu karaktere odaklanan bir dizi yapılsaymış diye düşünüyorsunuz.


"WandaVision"in ardından "FATWS"ı da izledikten sonra bende oluşan ilk hissiyat Netflix'in Marvel dizilerini ne kadar özlediğim oldu, özellikle son 10 yılın en başarılı işlerinden biri olan "Daredevil"ı. Marvel şayet bu işi kıvırmak istiyorsa en azından Netflix'in neleri doğru yaptığına baksa iyi olacak kendi selametleri için. Herşeyden önce bu dizileri haftalık çıkarma stratejisi ideal değil. Zaten bölüm sayıları az, tek seferde sunulup tüketilse daha yazım kısmındaki açıkları bir nebze kapatarak bütünleşik bir hikaye hissi uyandırmaları mümkün. Dizilerin patronluk koltuğuna da daha kalibre isimlerin oturtulması lazım, daha önce "Empire" isimli dizinin yazar kadrosunda yer almak dışında kaydadeğer bir başarısı olmayan Malcolm Spellman ile falan yürümüyor bu işler. Aynı şeyi yönetmen seçimleri için söylemek mümkün. Zaten filmlerin ölçeğinden sonra prodüksiyon kalitesindeki düşüş çok göze batıyor, pandemi koşullarının da bunda payı var tabii. Netflix dizileri MCU'ya atıfta bulunmakla yetinip kendi dünyalarını yaratmak için bir hayli çaba sarfediyorlardı, dolayısıyla filmlerden bağımsız olarak da bu dizilerden keyif almak mümkündü. Disney+ dizilerinin buna karşılık yaptığı sırtını fazlaca MCU'ya yaslıyor.


Açıkcası gerek "WandaVision" gerekse de "FATWS"in yarattığı hayal kırıklığının ardından sıradaki yapım "Loki"ye dair beklentilerim bir hayli düşmüş durumda, animasyon dizisi "What If" belki bir ihtimal.