Cumartesi, Mart 20, 2010

Ghosts of Missisippi


Rob Reiner büyük yönetmen. Her ne kadar baya uzunca bir süredir hit bi iş yapamamış olsa da 25 yılı aşkın bir zamana yayılan 14 filmlik kariyerinin ilk dönemi itibariyle bugün klasik kabul edilen birçok filme imza atmış durumda: "This Is Spınal Tap", "Stand by Me", "The Princess Bride", "When Harry Met Sally", "Misery" ve tabii ki "A Few Good Men". Son zikrettiğimiz filmin erdemlerine başka bi yazıyla değinesim var ama bu yazının konusu olan filmi ele alırken ister istemez kıstas alınacak iki yapımdan biri o, diğeri de gene 96'da gösterime girmiş olan "A Time to Kill".


"Ghosts of Missisippi", 60'ların siyahi haklar savunucularından olan Medger Evers'in suikaste kurban gitmesiyle alakalı bir gecikmiş adalet hikayesi. Evers, aynı filmde anlatıldığı şekilde 1963'te J.F.Kennedy'nin sivil haklarla alakalı konuşmasını yaptığı gün öldürülmüş. KKK (Klu Klux Klan) mensubu  Byron De La Beckwith cinayet suçlaması ile ertesi yıl tutuklanmış ama o yıl içinde iki defa yargılanmasına rağmen, tamamen beyaz üyelerden oluşan jürilerin cinayet hükmüne varmaması sebebiyle serbest bırakılmış. Gene filmde de görüleceği üzere, ikinci mahkeme esnasında Evers'ın eşi tanıklık ederken dönemin Missisippi valisinin mahkeme salonuna gelip Beckwith'in elini sıkması da tarihe geçmiş bir anekdot. Bu yargı sürecinin üzerinden tam 30 yıl geçtikten sonra üçüncü kez mahkeme huzuruna çıkarılan Beckwith, bu sefer hem siyah hem de beyaz üyelerden oluşan jürinin verdiği karar neticesinde birinci dereceden suçlu bulunup ömür boyu hapse mahkum edilmiş.

Bu mahkemenin üzerinden daha iki yıl geçmiş olmasına rağmen gösterime giren "Ghosts of Missisippi", gerçek kişi ve olayları dramatik kurgusunun içine entegre etmede başarılı olmuş bir film. Hem mahkeme sürecinin ilerleyişine dönük ayrıntılar, hem de soruşturmayı yürüten savcı Bobby DeLaughter'ın (arada ufak not, bu DeLaughter geçtiğimiz yıl içinde rüşvet suçundan içeri alınmış)  bu süreç esnasında eşiyle fikir ayrılığına düşüp boşanması gibi filmin konu edindiği gerçek kişilerin özel hayatlarına dair ayrıntılara aynı özenin gösterilmiş olması takdire şayan. Bunu özellikle belirtiyorum zira, gerçek kişilikleri konu edinen filmler kimi zaman iyi bir film olma uğruna esas aldıkları insanları olduğundan farklı yansıtabiliyorlar. Bunun en güzel örneği, sinemasal olarak gayet başarılı bir yapım olan "A Beautiful Mind"ın aslında ilişkiye girdiği hemşireyi hamile kaldıktan sonra terkeden, biseksüel eğilimleri olan, filmdekinin aksine karısıyla boşanmış olup 94'te Nobel ödülünü aldığı sürece kadar ayrı yaşayan John Nash'i tasvir edişi olsa gerek. 


Bununla birlikte "Birkaç İyi Adam" sonrası bu film Reiner için aynı sularda yüzme niteliği de taşımıyor değil. Gene aynı türü ve temayı paylaşmakla kalmayıp 6 ay aralıklarla gösterime girdiği "A Time to Kill"i de hesaba katınca ister istemez tekrara düşüyor film. Üstelik bazı sahnelerde dramatizasyonun dozajının kaçması da biraz samimiyetsiz bir görüntü veriyor. Irkçılık üstüne kelam etmesi kaçınılmaz olan filmin özellikle siyahların mücadelesinden örnek görüntüler sunan jeneriği bu manada çok başarılı. Bu jenerik boyunca akan belgesel niteliğindeki görüntüler filmin dökümanter tonunun da habercisi zira film de Evers davasının nasıl gelişip neticelendiğini teferruatıyla hikaye ediyor. Ama kurmaca bir hikaye olan "A Time to Kill" gibi adaletin doğası üstüne çok da fikir yürütmeyip tüm olan biteni aktarmayı seçiyor. Yukarda andığımız filmlerden her ne kadar geri kalsa da bu aktarım işini sıkmadan, sürükleyici bi şekilde yapmayı da başarıyor. James Woods bu filmdeki Beckwith rolüyle oscara aday olmuş ama filmin esas yıldızı Evers'ın dul eşi rolünde vakur tavrıyla girdiği sahneyi ele geçiren Whoopi Goldberg. "Ghost", "Sister's Act" gibi filmlerdeki komik karakterleriyle hatırlansa da "Color Purple", "Corrina Corrina" gibi örneklerden de hatırlanacağı üzere dramanın da aynı ölçüde altından kalkabilecek bir aktris olduğunu bir kez daha göstermiş Goldberg. Gene komple bi oyuncu olan Alec Baldwin de karakterinin hakkını vererek filmin en büyük kozu olan kast sacayağını tamamlıyor.

Bugün çok hatırlanıp bilinmese de iyi bir film Ghosts of Missisippi. Çok çok iyi bi film değil, ama iyi bi film. Ayrıca 90'ların filmlerinin ne derece güzel, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin hala izlenebilir nitelikte filmler olduğunu göstermesi açısından da nadide bi örnek...