Cuma, Temmuz 17, 2020

Harry Potter and the Deathly Hallows - David Yates


George R.R.Martin'den farklı olarak ekran uyarlaması bitmeden kitap serisini sonlandırmayı başaran J.K.Rowling "Deathly Hallows"u 2007'de yayımladı. Kitabın çok detaylı olduğundan dem vuran ama aslında bol süt veren ineği iki kez sağmak isteyen yapımcılar filmi iki bölüm halinde vizyona çıkarma ve daha önce LOTR ve Matrix filmlerinin yolundan giderek iki filmi tek seferde çekip halletme kararı aldılar. Bu yüzden Ocak 2009'da başlayan filmin çekimleri 478 gün sonra Mart 2010'da sona erdi.
 
 
"Part 1" Harry, Hermione ve Ron'un bir önceki filmde başladıkları horcrux avına kaldıkları yerden devam etmelerinin öyküsünü anlatıyordu ama öncüllerinden farklı olarak Hogwarts'ın duvarlarında değil yollarda geçiyordu filmin çoğunluğu. Dumbledore'un ölümüyle okulun denetimini eline alan Snape vesilesiyle okuldaki etkisini arttıran Voldemort, Sihir Bakanlığını da avucunun içine alıyor ve fellik fellik Harry'yi arıyordu. Harry de aynı gayretle Voldemort'un canına okuyacak olan Horcrux'ları.
 


Birinci bölüm, yapımcılarının da çoğu kereler ifade ettiği üzere bir "yol filmi" olarak tasarlanmıştı. Büyük çoğunlukla okul sınırları içinde geçen altı filmden sonra bu seriye biraz hava aldırmış ve ölçeğini genişletmesine de yardımcı olmuştu. Sonbahar ve kış günlerinde, bolca gri bulutla dolu havalarda gözlerden ırak sahiller ve ormanlarda yakalanma korkusuyla misyonlarını tamamlamaya çalışan kahramanlarımızın yalnızlığının da altı çizilmiş oluyordu bu vesileyle zira girdikleri bu yolda yalnızlardı ve birbirlerinden başka kendilerine yardım edebilecek kimse yoktu. Bu izolasyon hissi ile onun getirdiği çaresizlik ve kasvet atmosferi filmin ilerleyen bölümlerinde grup içinde yaşanan çatışmaları da daha bir anlamlı kılıyordu çünkü birbirlerinden başka kimseleri olmayan bu üç gencin aralarına giren nifak, filmin geneline yaygın olan karamsarlığın daha da bir altını çiziyor, kapana kısılmışlık hissini arttırıyordu.

 
Filmdeki bu yolda olma hali sadece karakterlerin psikolojisini değil filmin görselliğini ve aksiyonunu da diğerlerinden farklı kılmıştı. Daha geniş ölçekli planlarla güzel ve yalnız manzaraların içinde tekil karakterlerimizi görürken peşlerindeki Voldermort minyonlarıyla olan kaçıp kovalamaca sahneleri de açık havanın avantajıyla daha bir sürükleyici hale gelmişti. Filmin başlarında otobanda ölü yiyicilerden kaçış sahneleri ile finale doğru ormanda gerçekleşen kovalamaca bölümlerinde Yates böylesi sahneleri dinamik bir biçimde kotarabileceğini gösterse de her ikisi de ağza bir parmak bal sürüp kısa sürede sonlanıyorlardı maalesef. 

 
Hem Harry hem de Voldemort'un aradıkları bir macguffine (Harry için bir kılıç Voldemort içinse bir asa) ulaşmalarıyla son bulan ilk bölümün ardından "Part 2" tüm karakterleri tekrar Hogwarts'a geri toplayarak hikayenin başladığı noktada bitmesine alan açıyordu. Bu itibarla "Part 1"i giriş ve gelişme "Part 2"yi de upuzun bir üçincü perde olarak tanımlamak mümkün. Serinin son halkasına dair en büyük problem de burada yatıyor çünkü iki film bir arada ele alındıklarında kocaman bir film olarak işlevsel hale geliyorlar ama tekil olarak çok episodik kalıyorlar. Bu durum ilk filmi gereğinden fazla uzun ve sarkık hale getirirken ikincisini de tüm düğümlerin birarada çözüldüğü, lüzumundan daha kalabalık bir görünüme sokuyor. 3 saate sığdırılmış daha rafine tek bir film çok daha keyifli bir seyir deneyimi sunarak serinin daha vurucu bir biçimde sonlanmasını sağlayabilirdi ama işin finans kısmı daha ağır bastı ve çok da pişman olmadı yapımcılar. İki film totalde dünyanın parasını topladığı gibi sonraki bir çok franchise da benzeri yola giderek final bölümlerini ikiye böldüler.
 
 
Şahsen ben ilk bölümün kasvetli ve hüzünlü ortamını ikinci filmin yüzleşmelerle bezeli atmosferine tercih ediyor ve daha üstün tutuyorum. Öte yandan ikinci filmdeki Harry'nin Snape hakkındaki gerçekleri öğrendiği pensieve sahnesi sadece tüm Harry Potter filmleri için değil, aynı zamanda sinema tarihinin de en dokunaklı, en vurucu ve en dramatik sahnelerinden biridir, orası da bir gerçek. Nicholas Hooper'ın şahane müziği, Alan Rickman'ın büyük oyunculuğu ve enfes bir kurgunun bir araya gelmesiyle Severus Snape sinema tarihinin en unutulmaz karakterlerinden birisi haline gelirken bu sahnenin yaşattığı duygu selini karakterlerde, özellikle Harry nezdinde pek gözlemleyememiş olmak biraz hayal kırıklığı yaratmamış da değil. Tamam filmin finalinde oğullarından birine Severus adını koyuyor ve bir nevi bir saygı duruşundan bulunuluyor ama gene de biraz daha üzerinde durulmalıydı bence. Sadece Snape'in kahramanlığı değil gene bu sahne vesilesiyle öğrendiğimiz Dumbledore'un benmerkezciliği de göz ardı edilmişti komple.
 

Raddcliffe-Watson-Grint üçlüsü artık geçen 10 yılın ardından karakterlerini iyice benimsemişler ve en iyi oyunculuklarını sergilemişler ama yukarıda da dediğimiz gibi final bölümünün yıldızı Alan Rickman. En zayıf halkası da Ralph Fiennes. Kendisinin oyunculuğuna edecek lafımız yok, kendini defalarca kanıtlamış bir isim neticede. Fakat Voldemort'taki performansı artık karakteri ciddiye mi alamadı başka bir sıkıntı mı vardır bilmiyorum ama, güya kalplere korku salması gereken bir karakteri garip jest ve mimikler,saçma bir ses tonuyla karikatürize, hatta yer yer komik hale getirmeyi becermiş. Burda Yates'i anmadan da geçmemek lazım, yönetmen sensin neticede, insan hiç mi müdahele etmez "kardeş,less is more" diye?
 

Bir önceki filmin görüntü yönetmeni Bruno Delbonnel ve müzisyeni Nicolas Hooper kendilerini tekrar etmek istemedikleri gerekçesiyle bu filmde yer almayı reddettiler, yerlerini alanlar ise Eduardo Serra ve Alexandre Desplat oldu. Serra kariyerine 80'lerde Avrupa'da başlamış, Hollywood'da "Unbreakable" ve "Blood Diamond" gibi projelerde çalışmış deneyimli bir isim ki bu filmden sonra bir iki film daha yapıp emekliye ayrılmış gibi görünüyor. Delbonnel kadar akılda kalıcı olmasa da gene de serinin görsel olarak şık bir kapanış yapmasını sağlamış. Hakeza Desplat de filmin duygusunu müziklerinde yakalamayı başarmış, ikisi de iyi birer seçim.
 

Harry Potter serisi, aynı yıl gösterime girdiği Lord of The Rings filmleri ile birlikte Hollywood'un halihazırda bir hayran tabanı olan ve özellikçe genç demografiğe hitap eden fikri mülkiyetlere olan saplantısının başlangıcını teşkil ettiler ve 20 yıl sonra MCU'nun da etkisiyle bu durum daha da uç noktalara vardı. Gerçi şahsi tahminim bu salgın olaylarından sonra fantastik hikayelere ya da en azında süper kahramanlara olan rağbetin azalacağı yönünde ama ne olacağı bilinmez tabii. Her halükarda pastadan payı en çok kapan filmlerden oldu Harry Potter ve sonrasında "Twilight", "Hunger Games" vs. gibi bir çok gişe anlamında başarılı örneğin yanı sıra çok daha fazla sayıda başarısız denemenin yapılmasına da ön ayak olmuş oldu. Serinin sinema tarihinde yarattığı bu etkiyi belirtmeden değerlendimemek lazım gelirken aynı zamanda sonrasında gelen birçok örneğe nispetle çok daha erişilebilir ve keyifli filmlerden oluştuğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekiyor kanaatindeyim.