Cuma, Temmuz 03, 2020

Harry Potter and the Order of the Phoenix (2007) - David Yates


Harry Potter serisinin 5. filmi aynı zamanda serinin çocukluğu geride bıraktığı ilk filmdi. Baş kötümüz Voldemort geri dönüşünü bir önceki filmin finalinde gerçekleştirmiş, girişini de her ne kadar yeni olsa da filmin ana figürlerinden (Cedric) birini öldürerek yapmış,böylelikle HP filmlerinin bundan sonra daha karanlık sularda gezineceğinin sinyalleri de verilmişti.
 

"Order of The Phoenix" bayrağı bu noktada alıp üzerine gerekli eklemeleri de yapıyor. Voldemort'un gelişi ve Cedric'in ölümünün kendinden başka bir şahidi olmadığı için Harry ve Dumbledore'a karşı başlatılmış durumda Sihir Bakanlığı tarafından. Voldemort'un gelmiş olabilme ihtimali o kadar gözlerini korkutuyor ki buna dair her işareti ört bas etmekten çekinmiyorlar. Bunun ilk adımı Harry'yi okuldan atma çabaları olurken ikincisi de Bakanlık tarafından okula teftiş amaçlı yeni bir öğretmenin (Dolores Umbridge-Imelda Staunton) gönderilmesi oluyor. Bu yeni karakterin getirdiği çatışmalar filmin bir "gençlik isyanı" havasına bürünmesine yardımcı olarak filme politik bir alt metin de katıyor çünkü arkasına otoritenin verdiği yetkileri alarak okuldaki baskısını günden güne arttıran Umbridge korku ve baskı ortamı yaratarak gerçeklerin üstünün örtülmesi için elinde geleni ardına koymuyor. Öncelikli amaç Harry'yi yalancı konumuna düşürürek onun arkadaşlarından izole bir hale gelmesini sağlayıp kendisini okuldan dehlettirecek bir hata yapmasına yol açmak ve bir noktaya kadar bunda başarı sağlanıyor da. Okuldaki birçok arkadaşı Harry'ye karşı yürütülen karalama kampanyasına inanmış, anlattıklarına şüpheyle yaklaşıyorlar. Bu durum Harry'yi bir hayli öfkeli ve paranoyak haline getiriyor ki kendisinden şüphe etmeyen Ron ve Hermione'yi bile kendinden uzaklaştırma noktasına geliyor. Fakat Umbridge'in baskıcı tavırları yavaş yavaş öğrencilerin tepkisini çekmeye başlamakla kalmadığı gibi okul dışında gelişen Azkaban hapishanesinden kaçışlar gibi hadiselerle de birleşince esas yalan söyleyenin Bakanlık olabileceği düşüncesi genç dimağlarda belirmeye başlıyor. Bu şüphe ortamı Voldemort sahiden geldiyse kendilerini nasıl savunacakları kaygısını da beraberinde getirince bu durumda yardımını isteyebilecekleri yegane kişi olan Harry'ye yönelim başlıyor ve "Dumbledore'un Ordusu" isminde bir örgüt kurulmuş oluyor.


Dolores Umbridge filmin en büyük kozu zira Imelda Staunton nezaket perdesine gizlenmiş sahte tavırların arkasında psikolojik sorunları olduğu aşikar olan bir karakteri yaratmakta çok başarılı. Özellikle çileden çıktığı anlarda karakterin stabiliteden uzak hallerini yansıtan nüansları vermekte o kadar yetkin ki takdir etmemek elde değil. Hem karakterin kendisi hem Staunton'ın oyunculuğu başta filmin aleyhine işleyebilecekmiş gibi bir izlenim oluşsa da gerek verdiği cezalar gerekse de öğrencileri sorgulama yöntemleriyle hikayenin ciddi sularda seyretmesine vesile oluyor Umbridge


Hikayenin geri kalanı fantazi türünün klişelerinden müteşekkil. Gene ortada bir kehanet var ve bunun ne olduğunu kimin öğreneceği ve bu bilgiyle ne yapılacağı sorunsalı mevcut. Ana karakterimiz baş kötüyle psişik bağlara sahip olduğu için onun karanlık tarafa çekilme tehlikesi beliriyor ama tabii biz izleyici olarak bunun hiç bir zaman gerçekleşmeyeceğinden eminiz, o nedenle biraz fason bir gerilim yaratılmış oluyor. Kitabın hayranları için konuşamam elbette ama kitabı okumamış biri olarak çok da etkilendiğimi söyleyemeyeceğim. Gerçi diğer filmlere nispetle daha takip edilebilir bir olay örgüsüne sahip bu film, onu da belirtmek lazım, hikayeyi filmlerden takip edenler için önemli bir ayrıntı. Serinin diğer tüm filmlerinin senaryosuna imza atmış Steve Kloves yorgunluk ve başka projelere odaklanma gerekçesiyle yerini bu filmde Michael Goldenberg'e ("Contact", "Bed of Roses") bırakmıştı ki kendisi ilk filmin hazılrıkları yapılırken senaryoyu yazması için düşünülen isimlerden biriyken sonradan Kloves'da karar kılınmış. Goldenberg serinin içinde en fazla sayfa sayısına sahip olan kitabı film serisinin içinde üre itibariyle en kısa 2.filme dönüştürmeyi başarmış bir şekilde.

Jean Pierre Jeunet, Guillermo Del Toro ve Matthew Vaughn gibi isimler tarafından reddedildikten sonra yönetmen koltuğuna David Yates'e devredilmişti bu filmde. Yates, bu film öncesinde İngiliz televizyonlarına yaptığı bazı politik içerikli filmler ile 1998 yapımı "The Tichborne Claimant" adında bir uzun metrajla isim yapmış ve filmin politik alt metinleri sebebiyle yönetmenliği devralmasında da bu husus etkili olmuş yapımcılara göre. Bu filmle birlikte Hollywood stüdyo sistemine adım atan Yates bir daha da dönüp arkasına bakmadı. Kariyerindeki 8 filmin 6'sını J.K.Rowling mahsulü romanların uyarlamaları (4 Harry Potter ve 2 Fantastic Beasts filmi) oluştururken farklılık namına yaptığı tek iş 2016'daki Tarzan filmi oldu. Bu filmdeki performansı serinin yeni sulara doğru yönelmesine yardımcı olmuş denebilir çünkü filmin ilk sahnelerinden itibaren daha modern bir anlatımın, gençlikle alaklı bir filme uygun bir temponun benimseneceğinin izlerini veriyor. Her ne kadar Alfonso Cuaron 3.filmle birlikte seriye farklı bir soluk katmayı başarabilmiş olsa da gerek Chris Columbus gerek Mike Newell'ın daha klasik tatta çocuk filmlerine imza attıkları da bir gerçek.


Seriye gelen her yeni yönetmen yeni bir görüntü yönetmenini de beraberinde getirmiş, o yüzden filmler arasında görsel tutarlılıktan bahsetmek güç. Bu filmde Yates ile birlikte seriye katılan isimse Kieslowski filmlerinden ve "Black Hawk Down"dan tanınan Slawomir Idziak.  Böylesi kariyere sahip bir görüntü yönetmeninden biraz daha görsel açıdan çarpıcı bir çalışma beklerdim açıkçası. Yates'in seriye en önemli katkısı bu ve bundan sonraki filmin müziklerini Nicholas Hooper'a teslim etmesi oldu ki en akılda kalıcı müzikler onunki oldu seride.
 

"Goblet of Fire"ın çekimleri Hogwarts mevcudunun ergenliklerinin zirvesine denk gelmişti, bu filmde o zalım dönem geride bırakılmış. Özellikle başroldeki trionun görsellikleri de oyunculukları da oturmaya başlamış, kendi aralarındaki uyumları da daha bir belirgin. Bir hayli şişkin kastın Staunton dışında en göze çarpan performansı ise Gary Oldman'dan gelmiş. Kendisinin oyunculuğuna zaten edilecek ilave bir kelam yok ama Harry'nin baba muadili Sirius Black'i o kadar babacan bir şekilde hayata geçirmiş ki perdeden hiç ayrılmasın,çocuğa kol kanat gersin istiyorsunuz. Filmin finalinin vuruculuğuna da etki eden bir husus olmuş bu. Zaten 2000'lerin ortaları Oldman'ın babalığı kendine yakıştırıp büründüğü rollerle doluydu, en bilinen örneği de Batman filmlerindeki Jim Gordon'dı.


Son kelam; Harry Potter filmlerinin en akılda kalanlarından biri olarak bilinmese de bence en yetkin örneklerinden birisi. Aynı zamanda en karlılarından da, ilk ve son filmlerden sonra en iyi hasılat yapan Harry Potter filmi bu oldu.