Çarşamba, Aralık 22, 2021

TB20: The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring - Peter Jackson


Matematiksel olarak bakınca 20 yıl çok da fazla bir uzunluk değil ama "Fellowship of The Ring"in gösterime girdiği 2001 Aralık ayına 2021'in Aralık'ından bakıldığında milattan önceymiş gibi geliyor bana nedense. 11 eylül yaşanalı daha 3 ay olmuş, ben üniversiteye başlayalı da. Yıl sonunda gösterime görecek büyük bir filmin lafı dolanıyor, "Lord of The Rings". Aslında baya ünlü bir romanmış ama lisedeyken kitapçıda karşılaşmak dışında bir aşinalığım yok. Neymiş bu diye okumaya başlıyorum ve bitiriyorum. Güzel kitap, tüm detayları ile inşa ettiği dünyaya şapka çıkarmamak elde değil -çok özenli bir çevirisi vardı bu arada- ama çok da dibimin düştüğünü söyleyemem. Derken film gösterime giriyor ve o hafta sonu kendimizi sinema salonunda buluyoruz. Sinemadan çıktığımızda herkesin ağzı bir karış açık. Kitabı okummış olanlar zaten abandone olmuşken benim gibi okuyup aşırı hayran olmamışlar da materyalin perdeye aktarılışına hayran kalıyor. Yanlış bilmiyorsam kitabın hardcore hayranlarını da genel itibariyle memnun etmişti vakti zamanında.


"Fellowship" gösterime girdiği vakitler özel efektler ve yeşil ekranda olup biten aksiyon ilk defa gördüğümüz şeyler değildi ama günümüz sinemasındaki olağan kullanımından da çok uzaktı. Dolayısıyla filmin daha giriş bölümünden itibaren başlayan CGI bombardımanı bugün gösterime giren bir yapımda esnemeye yol açacakken o yıllarda ağzımız açık izlememize sebep olmuştu. "LOTR"un hem önünü açtığı CGIfest filmlere hem de kendi üçlemesindeki kardeşlerine nispetle bu noktada ayrıksı bir yanı var gerçi. Birkaç yıl önce verdiği bir röportajda üçleme üzerine fikir beyan eden Viggo Mortensen'in çok güzel özetlediği üzere Rivendell, Mordor vs. efektlerin ağırlıkla görselliğin yükünü üstlendiği kısımlar bol olsa da Yeni Zelanda'nın doğal güzelliklerinin azami şekilde kullanıldığı bölümler de bir hayli fazla "Fellowship"te; CGI ile doğal setler arasında organik bir uyumdan bahsetmek mümkün. Bu filmin kazandığı başarı sayesinde üçlemenin kalan iki parçası üzerinde istediği gibi oynama özgürlüğüne kavuşan Peter Jackson filmler gösterime girene değin ek çekimler yapmaya devam etti ve CGI'ın ağırlığını arttırdı da arttırdı. Teknolojiden çok anlamadığını söylese de tam bir teknodeli olan yönetmen bu noktadan sonra bir daha arkasına bakmadı zaten. "King Kong" görsel efekte dayalı sinema anlayışını sonuna kadar sömürebileceği bir alan sunmuş olsa da senaryosunun başarısı sayesinde çok göze batmadı bu durum. Öte yandan 300 sayfalık kitaptan 8 saatlik bir üçleme çıkarmayı becerdiği "Hobbit"lerle birlikte Jackson'ın kendini frenleme noktasındaki basiretsizliği ele güne bariz oldu ama aslında görece basit bir hikayesi olan bir önceki filmi "Lovely Bones"u bile 90 milyon dolara mal etmeyi başarması yönetmenin her şeyi yapabilecek teknik imkanlara sahip olmasının yapması gerektiği anlamına gelmediğini idrak etmekte bir hayli zorluk yaşadığını daha o zamandan göstermişti.


Bu minvalde "Bad Taste" ve "Braindead" gibi kült filmlerle kendini sinema alemine sevdirmiş Peter Jackson'ın yönetmenlik yolculuğunda "Fellowship"in bir dönüm noktası teşkil ettiği, bir nevi Magnum Opus'unu izleyicinin önüne koyup farklı sulara yelken açtığı söylenebilir zira sinema tarihine altın harflerle kazınmayı başaran film yukarıda bahsettiğim hususlara ek olarak aksiyon, tempo, senaryo vs bilumum diğer hususlarda da üçlemenin en iyi filmi olma özelliğini taşıyor. Haleflerine nispetle küçük çapta olan, dev ölçekli savaşlar vesaire görmediğimiz "Fellowship"in en büyük başarısı hakkında en ufak fikri olmayan seyirciye bambaşka bir dünyayı genel hatları ile aktarıp kabullendirmeyi becermesi ve hepsini kademeli olarak tanıtacağı ana karakterlerini geçen üç saatin ardından başlarına gelenleri umursadığımız üç boyutlu figürler haline dönüştürmeyi başarması. Jackson, Fran Walsh ve Philippa Boyens'ten müteşekkil senaryo ekibi kitabın Tom Bombadil bölümü gibi edebi fazlıklarını bir kenara atarak orjinal metinde yanlış hatırlamıyorsam sadece bir cümlede bahsi geçen Arwen'i ön plana çıkarmak, normalde ikinci kitabın başında ölen Boromir'in sonunu bu filmin finaline eklemlemek vb. bir takım ufak düzenlemelerle tempo dolu bir serüvene imza atıyorlar. Öte yandan, Bilbo'nun kızdırdığı Gandalf'ın şömine ateşi önünde cüssesinin büyümesi, gene Bilbo'nun Rivendell'de Frodo'nun boynunda asılı yüzüğe resmen saldırması gibi  kitaptaki kimi spesifik sahnelerin metne son derece sadık bir şekilde perdeye taşınması da yaratıcı ekibin kaynak esere olan hürmetinin en bariz göstergeleri.


Hiçbiri o dönem yıldız olmasalar da her biri de sağlam karakter aktörleri olarak isim yapmış, aradan geçen 20 yıl sene içinde de bu rollerle  artık özdeşleşmiş Elijah Wood, Viggo Mortensen, Ian McKellen, Sean Bean, Sean Astin, Dominic Monaghan, Orlando Bloom, Liv Tyler, Cate Blanchett, Christopher Lee, Hugo Weaving ve Ian Holm gibi oyunculardan müteşekkil kadronun isabetli seçimi, yönetmen seçimindeki başarı ile birleşince klasik olması kaçınılmaz olan "Fellowship" Jackson'ın yönetmenlik hünerlerinin zirvesi ve bir daha aynı seviyeyi yakalayıp yakalayamayacağını insana düşündürten olağan üstü bir çalışma. Frodo Shire'dan ayrılırken Nazgul'lardan kıl payı kaçtığı bölümden başlayarak Bree'de Aragorn ile tanışmamız, Frodo'nun yaralanması, Arwen'le nazguller arası yaşanan olağanüstü kovalamaca, Moira madenlerinde uğranılan saldırı, Gandalf'ın düşüşü ve Amon Hen'de yaşanan Uruk hai baskını, her biri birbirinden başarılı şekilde sahnelenmiş, çekilmiş, oynanmış ve artık ölümsüz hale gelmiş sahneler.


Filmin unutulmaz hale gelmiş ögelerinden biri olan Howard Shore müziklerine de değinmeden geçmemek lazım. James Horner teklifi reddettikten sonra işi kapan bestecinin 60 civarı leitmotifle bezediği üç filme yayılan müzikleri içinde de en başarılısı "Fellowship"tir çünkü özellikle "The Ring Goes South"da belirgin olan kardeşlik temasının ağırlıklı olduğu müziklerdir. Sözkonusu kardeşlik bu filmin finali itibari ile parçalara ayrıldığı için sonraki filmlerde bu temaya çokça başvurulmamıştır ama "Lotr"u "Lotr" yapan müziğin bu olduğunu söylemek abartı olmaz. Albümün en iyi parçaları da  bu tema  belirdikten sonra -filmin kronolojisi içinde Rivendell'den sonrasına tekabül eder- duyulur; Moira'nın şaşaasını vurgulayan "A Journey in the Dark", Orklardan kaçarken Balrog'a yakalanılan ve Gandalf'a düzülen bir ağıt ile nihayete eren "The Bridge of Khazad-dûm" ve finaldeki müthiş muharebeyi daha da etkileyici hale getiren "Amon Hen".