Pazartesi, Aralık 20, 2021

Throwback 30: JFK - Oliver Stone


Oliver Stone daha ziyade filmlerinin politikliği isim yapmış olsa da esasında film gramerini iyi kullanan sağlam bir sinemacıdır. Bu konudaki kifayetini görmek için 90'lara yayılan filmografisine bakmak yeterlidir. Mevzubahis dönemde yaptığı tüm filmleri izlememiş olsam da "JFK"in bunların içerisinde en başarılısı olduğu söylenebilir.


Film adı üstünde 1960'ta seçimi kazanıp göreve gelen rahmetli başkan Kennedy'nin suikasti ve bunun arkasındaki olası komplolar üzerine bir yapım. Hadiseyi mahkeme koridorlarına taşımayı başarabilmiş yegane insan olan savcı John Garrison'ın mevzuyla alakalı yazdığı kitabının yanısıra "Crossfire: The Plot That Killed Kennedy" adlı olaya ilişkin tüm komplo teorilerine yer veren bir başka kitabı da temel alan senaryonun yazılış aşamasında konu üzerine bir düzine daha kitap okuduğunu ifade etmiş Stone. Sadece kendi okuduklarından çıkarım yapmakla kalmayıp paralel bir araştırma yapması için bir de ekip kiralayan yönetmen sonunda 4 buçuk saatlik bir film senaryosuyla çıkmış stüdyoların karşısına. Başta projeye çok sıcak bakan olmasa da nihayetinde makul bir bütçe ve göz alıcı bir oyuncu kadrosu ayarlayarak filmini tamamlamayı başarmış.


Suikast ile açılışı yapan film olayın faili olarak tutuklanan Lee Harvey Oswald'ın polis merkezinden çıkarılırken Jack Ruby tarafından vurulup öldürülmesiyle 3 yıl sonrasına geçiş yapıyor. Suikastın çözümlenmesi için toplanan Warren komisyonu Oswald'ın suikasti tek başına planlayıp gerçekleştirdiği sonucuna varmış ve ABD kamuoyu Vietnam batağına batmış ülkenin gündemi içinde JFK'yi çoktan unutmuş bile. Bu ortamda komisyonun raporunu okuyup birçok tutarsızlık tespit eden Garrison ofisinin kaynaklarını kullanarak olay üzerine derinlikli araştırma yapmaya başlıyor ve bunun gerek iş gerekse de özel hayatına olan tesirlerini tez vakitte gözlemlemeye başlıyor.


Yönetmen kurgusu üç buçuk saati bulan JFK giriş seansından itibaren tutturduğu kinetik temposu sayesinde seyircisini avucunda tutmayı başarıyor ve bu noktada o zamana değin kullandığı film dilinde bir farklılaşmaya giden ve bunu sonraki filmlerinde de devam ettiren Oliver Stone'un hakkını teslim etmek lazım. Usta görüntü yönetmeni Robert Richardson ile birlikte üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen hala şık ve modern durabilen resimlerle dolu bir filme imza atan yönetmen arşiv görüntüleriyle kendi çektiği 16 mm ve 35 mm den müteşekkil görüntülerini hercümerc ederek baş döndüren bir kurguya imza atmış. Olay üzerine yaptığı derinlikli araştırmayı senaryosunun tamamına yedirmiş olan Stone diyalog itibariyle geveze olan filminin seyirciyi kaybedeceğini düşünmüş olacak ki hiç durmayan bir görüntü bombardımanı ile izleyicinin dikkatini elinde tutmak için azami gayret gösteriyor, ve büyük ölçüde başarıyor da. Kararlılığı neticesinde suikastin gerçekleştiği sokağı 3 hafta boyunca kapatmayı başaran yönetmen çekim yapmak için sahip olduğu 10 günü azami şekilde kullanmak için farklı stoklara sahip 7 kamera ile çekimleri gerçekleştirmiş. Caddenin 1963'teki görünümüne büründürülmesi için de bütçenin makul bir kısmının ayrılması gerekmiş. Tüm bu gayretlerin filme hem bir otantiklik, seyiricisini tarihin bu dönemine ışınlama yeteneği katmasının yanı sıra üzerinden geçen zamanın eskitemediği bir tarihsel belge hissiyatı eklediğini söylemek lazım.
 

Kevin Costner, Gary Oldman, Kevin Bacon, Tommy Lee Jones, Joe Pesci, Michael Rooker, Donald Sutherland ve John Candy gibi döneminin birçok kalburüstü ismini kadrosuna dahil etmesinin yanı sıra Jack Lemmon, Walter Matthau ve Ed Asner gibi eski toprakların da varlıklarıyla güç verdikleri oyuncu kadrosu da "JFK"in en önemli silahlarından biri. Bir önceki yıl "Dances With The Wolves" ile Oscarları silip süpüren Costner ilk başta kendini biraz yadırgatsa da hikaye ilerledikçe samimi oyunculuğu ile kendine ısındırtıyor. Bu arada ironik bir şekilde Warren komisyonunun başındaki Earl Warren'ı canlandıran gerçek John Garrison da gayet iyi ve yaşlılık adamda iyi durmuş, gençliğinden daha ağır ve karizma bir havası var burada.


Filmi yapmaktaki temel amacının Warren komisyonunca yaratılmış yalnız suikastçi mitini yıkmak olduğunu söyleyen yönetmen bunun gerçekleştirmenin yolunun bir karşı mit oluşturmaktan geçtiğine kanaat getirmiş ve hikayesini bunun üzerine kurmuş. Kennedy'den önceki başkan Eisenhover'ın Amerika'da gitgide baskın hale gelmeye başlayan silah sektörüne değindiği cümleleriyle açılan film ilerleyen bölümlerde Donald Sutherland'in hayat verdiği Mr. X karakterinin ağzından da bu noktanın altını iyice çizerek Vietnam'daki savaştan büyük kar elde edecek olan bu sektörün suikastin arkasındaki en önemli kaynaklardan biri olduğunu ima ediyor. Bunun yanına Domuzlar Körfezi fiyaskosunun oluşturduğu dalgalanmalardan etkilenen CIA ve Ordu mensupları, Kennedy'nin komünizme karşı yeterince sert mücadele etmediğini düşünen sağcı politik çevreler vs. de eklenince bütün bir Amerikan devletinin çeşitli boyutları ile iştirak ettiği bir suç olarak portreliyor hadiseyi Stone. Lee Harvey Oswald ise tüm bu çerçeve içinde kurban seçilen ve bunu suikast gerçekleşene değin idrak edemeyen bir gizli servis mensubuna dönüşüyor.
 

Kennedy suikastine dair aşırı etraflı bir bilgiye sahip olmamakla birlikte az biraz birşeyler okuyup izlemiş biri olarak şahsi kanaatim bu hadisenin tek bir kişi tarafından gerçekleştirilemeyecek kadar çetrefilli olduğu ve suikasti kurcalamaya yeltenen herkesin resmi makamlarca bir şekilde geçiştirilmesinden olayın arka planına yetkili mercilerin de dahlinin hayli olası olduğu yönünde. Buraya kadar yönetmenle aynı fikirde olmakla beraber "JFK"in Kennedy'yi ülkede birşeyleri olumlu bir şekilde değiştirmeye çalıştığı için katledilen idealist bir figür olarak resmetmesi noktasında kendisiyle ayrışıyorum. Şahsen James Ellroy'un "American Tabloid" romanında işlediği üzere ailevi bağlantıları vesilesi ile pek de aziz bir karakter olmayan, değişik kovanlara çomak soktuğu için canından olan bir Kennedy portrelemesi bana daha gerçekçi geliyor. Öte yandan Stone'un da filminde yer verdiği iddiaların muhakkak gerçek oldukları şeklinde bir iddiası yok. Onun yapmaya çalıştığı şey işin içinde başka işlerin de olduğuna dair seyircinin beynine bir fikir nüvesi yerleştirmek ve bunu gayet yetkin bir şekilde başardıktan sonra mahkemedeki konuşmasını bitirirken direk kameraya bakarak "gerisi size kalmış" diyen Costner'ın ağzından sözlerini tamamlıyor yönetmen.