Cumartesi, Aralık 25, 2021

The Matrix Resurrections


Wachowski'lerden Lana bacının sinema kariyerini keskin bir şekilde ikiye ayırmak mümkün; yola çizgi roman yazarlığı ile başlayan, video oyunlarına ve animeye meftun, kardeşiyle birlikte "Matrix", "V For Vendetta", "Bound" gibi cool filmlere imza atmış Larry dönemi ve "Cloud Atlas", "Sense8", "Speed Racer", "Jupiter Ascending"in yönetmeni Lana dönemi. Zamanında Larry'nin büyük bir hayranı olsam da Lana'nın ortaya koyduğu işlerin büyük çoğunluğu ile bana hitap ettiğini söyleyemem. Hal böyleyken Lana'dan gelecek yeni bir "Matrix" filmine karşı hiç mi hiç umudum yoktu ama "Resurrection"ı iki kez seyrettikten sonra bu konuda yanıldığımı ifade etmem gerek. En azından bir noktaya kadar.


"Matrix Resurrections" ilk 15-20 dakikası itibariyle insanda o kadar kötü bir izlenim yaratıyor ki, filmi durdurma noktasına gelmeniz işten değil -özellikle benim gibi ilk filmin büyük bir hayranıysanız-. "Matrix"in artık ikonik hale gelmiş açılış sahnesinin (Carrie Anne-Moss değil başka bir aktrisce canlandırılan Trinity'nin polisleri bertaraf etmesi, ajanları gelişi vesaire) öğrenci filmi formatında çekilmiş bir taklidi seyrettiğimiz. Bunun kötü bir taklit olduğu konusunda bize katılan ve olayları seyirci olarak takip eden Bugs ve Seq isimli iki karakterle de burada tanışıyoruz. Sonradan bu şahit olduğumuz şeyin modal denilen bir simülasyon olduğunu ve bu simin yaratılışında ilk "Matrix"te Trinity'nin Neo'yu bulduğu kodların kullanıldığını öğreniyoruz. Bu simülasyonu yaratan şahıs bir çeşit Morpheus versiyonunu da ajan olarak bu simülasyona eklemiş ama bu Morpheus kendi kendine program olduğunu idrak etmiş sonradan, bir şekilde. 


Bu Bugs arkadaş gibi biz de sonradan öğreniyoruz ki simülasyonun arkasındaki isim Thomas Anderson'dan başkası değil. Daha doğrusu John Wick'ten başkası değil zira Keanu Reeves son 5 senedir her rolü aynı tiple canlandırdığı için insan aktörü ister istemez o karakterle özdeşleştiriyor. Bu Thomas'ın dünyasında "Matrix" alanında çığır açmış bir video oyunu serisi ve kendisi de bu oyunun yaratıcısı. Ne tesadüf ki Smith (Jonathan Groff) isminde çok anlaşamadığı bir patronu var ve yarattığı eserin büyüsüne fazla kapılıp gerçeklikle hayali birbirinden ayırt etmekte zorlandığı için düzenli olarak bir psikologla (Neil Patrick Harris) görüşüyor. Bu sebeplerden ötürü Bugs modal sayesinde kendisine ulaşıp "beni takip et" dediğinde biraz tereddüt etse de peşinden gitmekten de kendini alamıyor.


"Matrix"in Thomas Anderson tarafından yaratılmış bir fenomen olduğu bir matrix fikri güzel bir çıkış noktası. Gerçi hikayenin girişini Thomas ile yapıp filmin yarısına kadar Bugs ve tayfasıyla muhatap olmasak, böylelikle karakteri ve bizi "Inception" misali bir gerçeklik sorgulamasına sevketse bence daha isabetli bir hamle olurdu ama bu versiyonu ile de -David Mitchell ve Alexander Hermon'dan müteşekkil senaryo ekibinin de yardımıyla- kendi Larry versiyonunun yarattığı bu şaheserin ve oluşturduğu fan aleminin de kendince bir tahlilini yapma fırsatı yakalamış yönemen. 
 

Warner Bros'un kendisinin onayı olsun ya da olmasın Matrix'e yeni bir devam oyunu tasarlayacağı bilgisi kendisine iletilen Thomas'ın gönülsüzce katıldığı dördüncü oyun hazırlık çalışmalarında açıkça görüyoruz ki sanatçının yarattığı bir sanat eseri ile bu eseri "tüketen" herkesin kendi kafasında yarattığı versiyonlar arasında dağlar kadar fark olabiliyor, ve o kadar ayrı yorumlar duyuyoruz ki eserin parçalara ayrılarak bambaşka şekillerde zuhur ettiğini de farkediyoruz. "Tüketilen" her sanat eserinde olduğu gibi olayın bir de ticari ayağı var tabii ki; yaratıcı toplantıların olmazsa olmazı reklamcıların "Matrix"in marka değerinin ne olduğu, tüketicilerin zihninde "Matrix" dendiğinde akla nelerin geldiği -"orjinallik" ve "tazelik"(!)- gibi hususları yapılacak yeni oyunların doğuş aşamasına enjekte etmeleri, özgün eserden yola çıkan bir başka orjinal parça ortaya çıkarmanın değil de ilkinin farklı bir ambalajda sunulan kopyasını yapmanın da yolunu açıyor.


Film ilerledikçe öğreniyoruz ki psikolog olarak tanıdığımız Analist isimli programın bu yeni matrix'i yaratırken yaptığı da öncülünün modifiye edilmiş bir versiyonunu yapmakmış. Neo yla Trinity yi yeniden üretip sisteme sokmanın yolunu birbirlerine yakın tutup asla kavuşturmamaktan geçtiği sonucuna ulaşan Analist geri kalan insanları da sahip olduklarını kaybeymekten korktukları için hayallerinin peşinden koşmamayı tercih ettikleri bir gerçekliğe sokmuş ve hiç kimse bunu yadırgamamış, buna Neo ve Trinity de dahil. Birisi sahip olduğunu düşündüğü ailesini kaybetme korkusu, öbürü de gerçeklikle bağını kopararak akli dengesini kaybetme korkusu yüzünden harekete geçememişler ve Analist de bunun ekmeğini yemiş. 


Olayın gerçek dünya boyutunda da bir hayli değişim görüyoruz. "Revolutions"ın neticesince insanların özgürleştirilmesi makineleri önce bir enerji darboğazına, sonrasında da iç savaşa götürmüş, bu ortamda insanlarla olan barış ortamı da yalan olmuş tabi. Zion'un yok oluşu ile neticelenen bu sürecin sonunda insanlarla barışı tercih eden makinelerin yardımıyla kurulmuş, o zamandan beri huzur içinde yaşayan bir IO şehri var Zion un yerini alan, başında da Niobe. Makinelerle mücadelenin çok gerilerde kalmış olması Neo'nun geri dönüşüne şüpheyle bakmaya itiyor Niobe'yi çünkü kendini tekrar bir savaşın içinde bulmak istemiyor. "Revolutions"de yaşananların insan dünyasındaki yansımaları güzel tasavvur edilmiş bence ve önceki filmlere sirayet etmiş bir sorun olan "insan şehri ve içindekilerin pek ilginç olmaması, seyircinin bir an önce Matrix'e dönmek istemesi" sorunsalı bu filmde yaşanmıyor bu şekilde, politik altyapısı güçlü bir yorum çünkü izlediğimiz.


Filmin üçüncü perdesi iki kere izlemiş olmama rağmen açıkçası hala anlamadığım bir plan neticesinde Trinity ve onun kurtarılması üzerine kurulu. Üçlemenin seçilmiş insan meselini seçilmiş çifte döndüren Analist vasıtasıyla hikayenin merkezine Trinity'yi oturtuyor Wachowski ama ilginç bir şekilde filmin en az ilgi uyandıran karakterlerinden biri de Trinity oluyor. Moss'un yaşının seçilmişlik ünvanını kaldırmak için biraz geçkin duruyor açıkçası. Kafedeki buluşma bölümü şık ve cool olsa da akabindeki kovalamaca ve üç helikopterin Neo'yla Trinity'yi sıkıştırmasından mütevellti finalin heyecan uyandırmaktan çok bayıyor açıkçası. 
 

Hikayenin kötü adamlarından Neil Patrick Harris'in Barney Stinson dışındaki hiç bir performansı beni etkilememiş olsa da Analist rolüne uymuş bence. Smith'i canlandıran Jonathan Groff çok daha etkili bir performans sergiliyor ama Smith'in hikayedeki yeri biraz eğreti. Yani Analist niye Smith'i bu versiyona ekleme ihtiyacı hissetsin ki sorusunun makul bir cevabı yok, Neo'yla etkileşimi de dramatik bir engel oluşturmaktan ziyade finalde "bir deux es machina" işlevi görmekten ibaret. Benzeri bir durum Yahya Mateen'in Morheus'u için de geçerli, hikayedeki mevcudiyetlerinin çok da sağlam bir zemini yok. Eski yüzlerden Niobe dışında olumlu bir intiba uyandıran yok, Reeves bile Neo'yu canlandırırken bezgin, hatta yer yer sıkılmış duran bir performans sergilemiş. Wachowski'nin "Sense8"de  çalıştırdığı oyuncu kadrosu ile doldurduğu Neo'yu kurtaran gemi mürettabatından müteşekkil yüzler genel olarak başarılılar, özellikle Max Riemelt ve Brian J.Smith ama Bugs'ı canlandıran oğlan çocuğu Jessica Henwick tüm jest ve mimikleri ile itici bir performans sergilemiş. "Iron Fist"in iyi yanlarından biriydi halbuki


"Orjinalinin ucuz bir taklidi" vurgusu ilginç bir çıkış noktası ve filmin genel meta-farkındalığı ile uyumlu bir yaklaşım olsa da içerikten ziyade suretteki iticilik insanda gene de hayal kırıklığı yaratıyor. Orjinal filmin yapımında emeği geçmiş ve "Matrix"i "Matrix" yapan birçok isme bu filmde yer vermemeyi tercih etmiş yönetmen. Görüntü yönetmeni Bill Pope, yapım tasarımını yapan Owen Patterson, dövüşlerin koreografisinden sorumlu Yuen Woo-Ping, müzisyen Don Davis (yerini alan Johnny Klimek ve Tom Tykwer çok da fena iş çıkarmamışlar, onu da velirtmek lazım) ve daha niceleri bu filmde yoklar. Orjinal "Matrix"in farklı bir sürümünü sunmanın derdinde olan Wachowski ambalaj olarak onu hatırlatsa da tamamiyle seyircinin önüne farklı bir şeyler koymanın derdinde orası aşikar. 


Fakat öte yandan "Matrix"i, -hatta buna devam filmlerini de dahil edebiliriz-  özel yapan şey sadece içeriğinin doluluğu değil, bunları nasıl sunduğu noktasında da farklılık yaratabilmesiydi. Yeşil renk paletine bulanmış kusursuz bir görüntü yönetimiyle Keanu Reeves'i koreografileri çok başarılı yapılmış dövüş sahnelerinde izlemekti "Matrix". "Resurrections" daha ilk karesinden bu mirası elinin tersiyle itiyor. Bir su birikintisine basılan polis botu görüntüsünden dijitalle çekildiğini gözümüzün içine sokuyor film. Renk seçimlerinin orjinaliyle en ufak bir bağı yok. Kariyerinin başlarında hareketli görüntüler müteşekkil bir çizgi-roman yaratma ya da canlı bir anime çekme uğraşında olan Wachowski, ışık kullanımından mizansenine kadar son derece iyi tasarlanmış, doğaçlamaya çok az yer bırakan, baz alındığı storyboardlara sadık görüntüleri elde etmenin peşinde bir yaratıcıydı ki ilk filmin kusursuza yakın yapısında bu mükemmeliyetçiliğin payı büyüktür. Son 10 yıldır çalıştığı görüntü yönetmeni John Toll ile birlikte dijital kameraların yanı sıra daha doğal bir ışık anlayışını benimseyen yönetmen, sahnelerin tasarımında da daha rahat, önceden planlanmışlıktan uzak bir yaklaşımı benimsemiş. Yukarıda da belirttiğim gibi bu durum daha ilk sahneden kendini belli ediyor ve orjinal filmlerin estetiğini gözler mumla arıyor. Özellikle dövüş sahnelerinde. Dövüş koreografilerini Yuen Woo-Ping, dublör sahnelerini Chad Stahelski gibi ustalara bırakan Wachowski gitmiş yerine tüm aksiyon sahnelerini kendi çeken bir Wachowski gitmiş. Netice; berbat. Orjinal filmin dahil olduğu tüm janrları bir tarafa bıraksak bile dört dörtlük bir kung-fu filmi olduğunu düşününce "Resurrections"ın dövüş ve aksiyon sahneleri o kadar yavan, o kadar tesir bırakmaktan uzak ki seyirci olarak kendinizi "neden? sebebi neydi?" diye sorarken buluyorsunuz ister istemez. 
 

"Reloaded" ve "Revolutions"a zıt bir şekilde hikaye anlamında yaptığı -çoğunlukla- doğru hamleleri görsel tercihleri ile baltalayan bir yapım olsa da aradan geçen süre zarfında bize bu evreni niye bu kadar sevdiğimizi bir nebze daha hatırlatabiliyor olması itibariyle önemli bir film "The Matrix Resurrections". Larry ile Andy çekse daha iyi olacakmış ama,orası kesin.