"Matrix Resurrections"ın kapımıza dayandığı bugünlerde "Matrix" serisini baştan itibaren bir yadetmenin vakti geldi. Öte yandan buna başlama noktası olarak tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olan ve birkaç ayrı yazıyı birden hakeden "The Matrix"ten değil de "Resurrections"ın abileri diğer devam filmlerinden konuya girmek daha uygun gibi geliyor bana.
Wachowski'ler birçok kereler "Matrix"i bir üçleme olarak tasarladıklarını söyleseler de bana çok inandırıcı gelmemişti zamanında. İlk filmle ardılları arasındaki kalite farkını düşününce hala da inandırıcı geldiğini söyleyemem. Daha başlamadan "Reloaded" ve "Revolutions" kötü filmler demeye getirmiyorum ama ilk "Matrix" bu filmlere nispetle üzerine çok daha fazla kafa yorulmuş ve böylelikle o mükemmel seviyesine ulaşmış bir film intibası uyanıdırıyor insanda. Öte yandan "Reloaded" ile "Revolutions" belki fikir olarak ilk filmin senaryosu yazılırken mevcut olabilirler ama tam anlamıyla üzerlerine yoğunlaşılıp kağıda dökülmeleri ilk filmin başarısı üzerine gerçekleşmiş gibi duruyor. Bu sonradan üstüne olmalık hali filmlerin hikayesinden çekilişine kadar sinen bir durum.
"Reloaded"da Neo'nun varlığına kendini adapte etmeye başlamış bir Matrix görüyoruz. Daniel Bernhartd'ın canlandırdığı Ajan Johnson'la olan dövüşünde bu durum Neo'nun da dikkatini çekiyor. Önceki filmin sonunda Smith'i tek eliyle alt edebilen Neo, Johnson ile de benzer şekilde dövüşe girse de çok geçmeden bunun mümkün olmadığını anlıyor. Makineler gerçek dünyada da boş durmamışlar, Zion'a doğru bir saldırı hazırlığı içinde olduklarının istihbaratı alınıyor. Artık bir program olduğunu öğrendiğimiz Kahin'den Zion'u kurtarmanın yolunun Neo'nun Matrix'in kaynağına ulaşmasından geçtiğini öğreniyoruz. Neo bu kaynağa ulaştığında karşımıza çıkan Helmut Bakaitis tarafından kusursuz bir şekilde hayata geçirilen Mimar oluyor. Mimar vesilesiyle Matrix'in insanlara seçme yetisi veren tasarımı nedeniyle periyodik olarak çöktüğünü ve Neo'nun da daha önce beş iterasyonu hayata geçmiş bu tasarımın bir parçası olduğunu öğreniyoruz. Önceki versiyonlarda yer alan Neo'lar kaynağa dönüp makineler tarafından yok edilecek olan Zion'dan bazılarını seçerek insan medeniyetini yeniden başlatma yoluna gitmişler. Diğer seçenekse bunu reddedip Matrix'in çökmesine, dolayısıyla Matrix'e bağlı olan herkesin de ölümüne sebep olmak; makineler tarafından katledilecek Zion ahalisi de cabası. Trinity'yi kurtarmak için Matrix'e geri dönmeyi seçen Neo sadece bunu başarmakla kalmıyor, gerçek dünyada makineleri zihniyle durdurabilme maharetini de kazanıyor. Her ne kadar bunu yapmak kendisini komaya soksa da.
Çapını aşan kabiliyet kazanma noktasında Smith de Neo'dan geri kalmıyor. İlk filmin finaliyle birlikte Matrix'le bağı kopan ve silinmeyi reddettiği için başıboş sistemde gezinen Smith bir şekilde Matrix'e bağlı insanları ele geçirip klonlanma kabiliyetini elde ediyor. Eğer klon haline getirdiği kişilerden biri Zion ahalisinden olup Matrix'e sızmış biriyse bu vesileyle gerçek dünyaya geçiş yapabildiğini de görüyoruz ele geçirdiği Bane üzerinden. "Reloaded" pusuya düşürdüğü gemi mürettabatının yegane sağ kalanı olarak baygın halde Neo'yla yanyana yatan Bane'in görüntüsü ile sona eriyor.
"Revolutions" tıpkı gerçek dünyaya geçiş yapabilen Bane gibi Neo'nun da düzeneksiz Matrix'e geçiş yapabildiğini ve makineleri durdurduğu anda Matrix ile gerçek dünya arasında bir geçiş bölgesi olan bir tren istasyonunda sıkışıp kaldığını görüyoruz. Kahin vasıtası ile bu bilgiyi edinen Trinity ve Morpheus, Seraph'ın yardımıyla Neo'yu kurtarmayı başarıyorlar. Bir virüs gibi önü alınamaz biçimde kopyalanmaya başlayan Smith'in hem Matrix'i hem de Zion'u yok edeceği bilgisini ileten Kahin de Neo gittkten sonra Smith tarafından ele geçiriliyor. Sentinellerin saldırısına uğrayan ve düşmesi kesin olan Zion'u kurtarmanın yolunun makinelerle anlaşmaktan geçtiğine inanan Neo makine şehrine giderek liderleriyle bir anlaşma yapıyor; "Smith tehdidini ortadan kaldıracağım ve siz de Zion'a ilişmeyeceksiniz". Artık tamamını kendi suretine bürümüş olduğu matrix'te Neo'yla yüzleşen Smith, Burly Brawl'da sürüsüyle saldırmış olduğu Neo'yla bu sefer teke tek dövüşmeyi tercih ediyor nedense. Nihayetinde kazanıp Neo'yu kopyalamayı başarmış görünse de tüm Smith'lerin helaki ile sona eren muharebe sonunda Neo canını verse de Zion'u ve Matrix'e bağlı olan insanları da kurtarmış oluyor.
İlk filmde altyapısı mükemmel biçimde kurulmuş olan seçilmiş insan hikayesini alıp yere çalmak nereden bakarsanız bakın cüretkar bir hamle, bu noktada Wachowski'lere hakkını teslim etmek lazım. İlk "Matrix" çatısı son derece sağlam bir hikaye yapısına sahip olsa da özünde keskin bir "şeytan makineler, kahraman insanlar" hikayesi anlatıyordu. Bu filmle birlikte Wachowski'ler şeylerin göründüğü gibi olmadığı, bu ikili basitliğin çok ötesinde bir karmaşıklığa sahip oldukları bir dünya sunarak ilk filmde anlatılanlara sadık bir seyirci kitlesini yabancılaştırma riskini de göze almış oluyorlar. Başarı düzeyleri tartışmaya açık olsa da 150 milyon dolarlık bir filmde bu denli gözükara hareket edebilmelerine şapka çıkartmak lazım. Öte yandan "Reloaded" ile açılan bu yolun "Revolutions" ile anlamlı bir şekilde kapatıldığını söylemek de mümkün değil.
Her iki film için de geçerli olan durum hikayede gerçekleşen bir çok şeyin "Wachowski'ler böyle yazmış"tan öte bir izahının olmaması. Bu söylediğimiz hikayeye eklenen çoğu karakter için de geçerli; Merovingian (Lambert Wilson), Persephone (Monica Bellucci), Seraph (Collin Chou), anahtarcı (Randall Kim Duk), albino ikizler vs. Neo'nun hikayesinde dramatik noktalar teşkil edecekmiş gibi sunuluyorlar ama çoğu da hikayeyi A noktasında B noktasına götürmek için birer durak işlevi görmekten öteye de gidemiyorlar. Sadece yeni karakterlere özgü bir durum da değil bu. İlk filmde parçalandığına şahit olduğumuz Smith'in buradan nasıl her dosyayı kopyalayabilen bir virüse dönüştüğüne dair bir fikrimiz yok. Hadi bunu bir şekilde bunu başarıyor, nasıl oluyor da insanların dünyasına sızma kabiliyeti elde edebiliyor? "Revolution"ın finalinden edindiğimiz izlenim Smith'in Matrix'teki güçlerinin Kahin vasıtasıyla şişirildiği ama diğer boyutlara geçiş işini kendisi mi ayarlıyor yoksa bu öngördüğü bir şey mi onu bilmiyoruz. Bane tarafından kör edilen Neo'nun bir nevi gönül gözüyle makine şehrinde yolunu bulmasıyla uhrevi sulara yelken açan hikaye Neo'nun mesih'ine karşılık olarak Smith'in Deccal'ini öne sürüyor belli ki ama bunu yaparken hikayedeki boşlukları doldurmak için bir gayret göstermeyip bunu seyirci olarak bizim yapmamızı talep ediyor Wachowski'ler.
Wachowskiler ilk film biter bitmez aynı yapım ekibiyle devam filmlerinin hazırlıklarına başlamış, iki yılı bulan ön prodüksiyon sürecinin ardından 2001 Mart'ında çekimlere başlayabilmişlerdi. Çekimleri tam 17 (!) ay süren devam filmlerinin her biri için de birer yıl post prodüksiyon süreci olmuştu. Neo ile Smith klonları arasındaki dövüş sahnesinin çekimi tek başına 27 gün sürmüş, otoyoldaki kovalamaca sahnesi de çoğu filmin tüm çekim süresinden fazla bir süre olan 3 ayı bulmuştu. Geçen yıl Roger Deakins'in podcast'ine konuk olan görüntü yönetmeni Bill Pope'un söylediklerine bakılırsa ilk filmin yapılışına dair şahane olan ne varsa devam filmlerinde tam tersi söz konusu olmuştu. Yapım süresince birçok kişisel sürtüşme yaşanmış, bir buçuk yıla yaklaşan çekim sürecinin uzunluğu da yapımda yer alan herkeste bir bezginliğe yol açmıştı. Kubrick'in kitabında yer alan "aktörleri iyice yormadan doğal performanslar alamazsınız" lafını fazla benimseyen Wachowski'lerin en ufak şeyleri bile doksan kere çekmeyi tercih etmeleri de bu bezginliğin üzerine tüy dikmişti. Tüm bu unsurların oluşturduğu yılmışlık hali de nihai filme yansımıştı Pope'a göre ve bu filmleri birkaç kez izlemiş biri olarak kendisine katıldığımı söylemem lazım.
İlk filmdeki talepkarlıkları ve vizyonerlikleri sayesinde dünyaya "bullet-time"ı hediye eden Wachowskiler ilk filmin şaşaasını ikiye katlamak istemişler belli ki ama başta kendileri olmak üzere yapım ekibindeki herkesten boylarını aşan şeyler talep etmişler. Zamanında "Neo ile 100 ayrı Smith arasındaki dövüş sahnesi" diye bir hayli reklamı yapılmış olan "Burly Brawl", Yuen Woo-Ping'in dövüş koreografisi sağolsun gayet cool bir şekilde başlasa da artan Smith sayısını ve gereksiz akrobatik hareketleri ekrana yansıtmak için çok geçmeden bilgisayar efektlerine başvuruyor ve film gösterime girdiğinde göze batan bu yapaylıkları aradan geçen 20 yıla yakın süre içinde daha da katlanan bu sahnelerin ne kadar kötü yaşlandığını görüyoruz. Otoyol sahnesi araba kovalamacasından ibaret olduğu bölümlerde hala etkileyiciliğini korusa da Morpheus ile Johnson arasındaki dövüş bölümü de Burly gibi bir demodelikten muzdarip. Hele "Revolutions"ın finalini teşkil eden ve suyunu çıkartacak şekilde çizgi-roman estetiğine abanan Smith-Neo dövüşünün artık tahammülfersa bir hal aldığını söylemek mümkün.
Wachowski'ler muhtemelen bu sahneleri yazarken üzerinden geçen onca yıla ve popüler kültürün her bir ögesinde ölesiye
kopyalanmış olmasına rağmen hala cool görünmeyi başarabilen, hakikaten
devrimsel nitelikte bir buluş olan "bullet-time" gibi sinema tarihine geçecek inovasyonları perdeye aktarabilecekleri ve yıllarca izleri silinmeyecek bölümler olacağını öngörmüşler ya da ummuşlardı fakat bugün "burly brawl" denince birçok insanın aklına kötü CGI dışında birşey gelmiyor. Öte yandan içerisinde herhangi bir CGI yer almayan ve tamamiyle el emeği göz nuru dublör çalışmasına dayanan, Neo'nun Merovingian'ın adamlarını patakladığı şatodaki dövüş ya da Club Hel'in girişindeki çatışma vb. sahnelerin aradan geçen zamana rağmen hala tesirini korumayı başardığını görüyoruz. "Less is more"un bazen ne kadar anlamlı olabileceğini görmek için Wachowski'lerin kariyerine bakmak yeterli.
Aksiyonunun tamamı matrixte geçen "Reloaded"ın aksine çoğu aksiyonu gerçek dünyada gerçekleşen "Revolutions"da yer alan Zion kuşatması görsel olarak hala güçlü sahnelerden müteşekkil, özel efekt ekibine burada hakkını teslim etmek lazım. Öte yandan başat karakterlerin hiçbirinin yer almadığı bu bölümlerin seyirci olarak bizde herhangi bir duygusal karşılığı olmadığı için bir süre sonra etkileyici olmaktan çok yorucu hale geliyorlar ve ileri sardırıp Neo ne yaptı görmek istiyorsunuz. Tabii bu merak ve kaygının sonu "super burly brawl" ve tatmin edicilikten fersah fersah uzak bir final olunca mevzubahis yorgunluk hissi katlanarak filmi noktalıyorsunuz.
Don Davis'in besteleri "Matrix"i "Matrix" yapan başat unsurlardan olsa da Juno Reactor'la birlikte yaptığı "The Trainman Cometh", "Tetsujin" ve lüzumsuz uzun olmasa tadından yenmeyecek "Navras" hariç filmden bağımsız dinlendiğinde bana hiç keyif veren müzikler olmadı hiç. Öte yandan ilk filmin şahane albümünden geri kalmamak için elinden geleni ardına koymayan "Reloaded" albümü, Linkin Park'tan "Session", P.O.D'den "Sleeping Awake", Paul Oakenfold'dan "Dread Rock", "Rage Against The Machine"den "Calm Like a Bomb", Ünloco'dan "Bruises" ve Fluke'un Zion'daki parti sahnesi için kullanılan "Slap It"ini barındıran içeriğiyle dönem müziklerinin fotosunu çeken başarılı bir derleme.
İlk "Matrix" Neo'nun ağzından bize herşeyin mümkün olduğunu söyleyen, kurallar ve kontrolden uzak bir dünya vadeden ve gerisini hayal gücümüze bırakan bir finalle sona eriyordu. Wachowski'ler "Reloaded" ile cüretkar bir şekilde kendi yazdıklarının altını oymaya girişiyorlar ama "Revolutions" ile birlikte kazdıkları kuyuya kendileri de düşmüş oluyorlar maalesef. Üzerinden geçen zamanın kendilerine hiç de iyi davranmadığı aşikar olan bu filmlerden yapım ekibinin özverileri sayesinde hala bir ölçüye kadar keyif almak mümkün -en azından "Reloaded" için-. Fakat şurası da bir gerçek ki Wachowski'ler ilk filmin sonunda dedikleri gibi herşeyi bizim hayal gücümüze bırakıp bu filmleri çekmemiş olsaydılar sinemaseverler olarak bir kaybımız olmayacak, ilk "Matrix"in mirası da çok daha sağlam bir şekilde ayakta duruyor olacaktı.